10 Şubat 2024 Cumartesi

kumrunun saklısından...

 

ESME ARAS

KUMRUNUN SAKLISINDAN/ÖYKÜ/MEDAKİTAP/2017/88 sayfa. 

Tespit: Ayvalık doğumlu yazarlar, kentlerini en iyi tasvir eden yazarlardır... Geçici/misafir ikameti olan yazarların yazıları ise nispeten cılız kalıyor; bence... Tat olarak eksik, duygu olarak arızalı, kurgu olarak -genellikle- tamam olamamış bir edebiyatı görüyoruz… Ben kim /mi oluyorum da böyle kanıya varıyorum: Uzun süredir Ayvalık ile ilgili her şeyi biriktiren, okuyan, tartışan, sonuçta bu kente ciddi mesai harcayan biri olarak bu yorumu yapıyorum…

Tahmin: Esme Aras da son dönemde okuduğum/yoğunlaştığım Ayvalık doğumlu yazarlar arasında kentin tasvirini yapan en iyi yazanlardan biri olduğunu bu eseriyle birlikte kulağıma fısıldayıverdi… Yanlış bilmiyorsam Ankara’da yaşayan Ayvalıklı yazarımız, kente geldikçe, sokaklarına dalıp yaşama karışınca; doğduğu topraklara daha farklı baktığını hissediyoruz yazdıklarından… Ayvalık gibi bir kente özlem duyulur, hasret-i bitmez, birçok kıyı kasabası gibi… Sanırım denizi olmayan -evet bir yerleşim için büyük eksik- bir İç Anadolu -kocaman- köyünde elbette Ege kıyılarına, Akdeniz’e özlem duyar insan ve bu özlemini de nispeten yakın konumdaki Karadeniz kıyılarında dindirmeye çalışır… Beklentilerini karşılayıp karşılamadıklarını sormak lazım bu özlemi duyanlara… Mesela Yahya Kemal Beyatlı için denizin mavisi Marmara mavisidir ve Ankara’nın en güzel yönünün İstanbul’a dönüşü olduğunu söylemiştir; dişlerinin arasından sinirle fısıldayarak… Esme Aras ise tüm özlemini adeta boca etmiş öykülerine, öykü kahramanlarına…

Terakki: Bir denemde okumuştum: Bir yapıtı okurken -sayfa sayısı ne olursa olsun- içinde size soru sorduran bir cümle, bir öneri, bir keşif, küçük bir heyecan yoksa o çalışamaya harcadığınız zamana üzülebilirsiniz… Bu yüzden olsa gerek, bir çalışma bana yeni sorular sordurmuyor, başka şeyler düşündürmüyorsa şakşakı hakketmiyordur… Esme Aras’ın öykü kitabı, küçük bir derleme olmasına rağmen sürüsüne bereket yeni soruyu not almamı sağladı, çok şükür… Tespit’te belirtmiştim tüm alakam Ayvalık üzerine olunca, merakım da sorularım da bu kent üzerine oluveriyor…

Esinti öyküsünde: Sülükçü, elindeki şıngır şıngır şişelerle tam zamanında girer sahneye. s.22. Şimdi göremiyoruz artık ancak, alternatif tıp deyince akla ilk gelen şey hacamattır sonra aynı -pis- kanı sülükle-re emdirerek sağaltımdır… Ayvalık’ta sülük ararsam bugün bulabilir miyim? Başka bir soru: Eskiden pazarda sülük satılır mıydı? Sülüklü Çeşme’de sülük var mı hala?..

Aynı öyküde: Narin duruşum, karaya vuruşum aldatmasın. Girit leblebisidir ruhum. Dikkat etmezsen dişini kırar adamın… s.23. Girit leblebisinin sertliği üzerine Prof. Dr. Elif Yılmaz’ın, Demirden Leblebi: Girit – Ayvalık’a Yerleşen Girit Mübadilleri makalesi konusuna en iyi göndermeyi yapan başlık olarak benim gönlümde ilk sırayı alıyor… Esme Aras’ın tanımı da hayli ilginç -hayli güzel tasniflemesine giriyor sanırım… Acaba Turgut da bir şiirinde Girit leblebisinin sertliğini dişlemiş midir? Muhakkak dokunmuştur bu konuya; sormak lazım…

Üzüm Salkımı öyküsü, Mehmetler’e ithaflı: Önce masaya vuruyorsun rakı kadehini, sonra birazını toprağa döküyor, ilk yudumu öyle alıyorsun. Anılarında, karanfilli damat çöreği sıcaklığınca gülümsüyorum sana. s.25 Ayvalık’ta rakı çoğunlukla deniz kenarında içiliyor ama hiç denize ilk yudumunu gönderen birini görmedim. Bu ritüel eskiden mi uygulanıyordu Ayvalık’ta? Karanfilli çörek tarifi var internet uzayında ama damat çöreği tanımı yok… Ayvalık enteresan ev uygulamalarıyla koca bir derya; eskiden damat-lar-a hazırlanıyor muydu bu çörekten acaba?

Küçük Orospu’da: Neymiş, kadını dövmezsen, saçının köküne şeytan yuva yapar-mış! s.40. Hiç duymadığım bu belirlemenin muhakkak ilkel proto-düşünce’si olmalı… Esme Hanımın meydana getirdiği bir tümceyse eğer, onun yazarlığı önünde saygıyla eğilmekten başka ne yapabiliriz gerçekten…

Çamdeli öyküsünde Ayvalık’taki çocukluğuna yolculuğa çıkan Esme Hanım araştırılması gereken Ayvalıkça’ya yeni sorular ekliyor: Babaannem her sabah “Poyraz bugün kalacak” diyor. [….] Meğer havanın kalması, rüzgârın azalması demekmiş. s.57 Ayvalık Görsel Arşivi’nde bu tür tabirler ara sıra karşımıza pattadanak çıkıverir; şaşayazardık… Beni bu konuya da dosya açtıran tabir Cihat Teker’den gelmişti: Deniz bugün tahta gibi… Şaşkınlığımı anlamış ve çarşaf/tahta arasında kalmış deniz -yüzeyi- hareketini izah etmişti, çarçabuk… Ayvalık’ta mesela usta kapı yapmaz; kapıcık yapar… Yazar, Kurbağaları Ürkütmek öyküsünde de tahta kapıları kapatmıyor; filliyor s.82Bu tabir de Anadolu’da rastladığımız bir tabir ama bir muhacir ve mübadil kenti olan Ayvalık’ta da kullanılmış mıydı?

Ne çok cevaplanması gereken soru var… Biliyorum; çünkü hep öyle oluyor; bu yeni sorulara cevap ararken muhakkak onlarcası daha ardıma düşecek, uykularımı huzursuz edecek…

 Bu kadar mı? Değil elbet; kitaptan bazı bölümler de bana kalsın… Başka yazarlardan yapılan alıntılar, yazarın kendi eksenini terk ederek; terki göze alarak oluşturduğu harika tespit cümleler de mevcut çalışmada… Merak kitap aldırır; merak iyidir bu anlamda…       

Tekâmül: Esme Aras -bence- bu kitabıyla rütbesini; yazar’lıktan yazariçe’liğe yükseltmiş… 

Tin: Ayvalık’ta bizim balkonumuza da konan kumrularımız var; güvercinlere tercih ettiğimiz… Sık sık değişseler de ne bizdeki isimleri ne de bir dişi ve bir erkekten fazlası olmuyor bizim balkonda… Patates-Soğan adındaki  kumrularımız her yıl çiftleşiyor, çoğalıyor, sonra mevsimi geliyor ve bir bakıyoruz ki sadece bir çift kalmış yine bizim balkona konan… Farklı huyları olmasa, onları hep Patates ve Soğan diye bileceğiz. Bizim balkonun kumruları tıpkı hayatın ta kendisi; doğadaki sürekli devamlılığın ve rutin bir tekrarın ruhu adeta…      

Taylan Köken-2024


6 Şubat 2024 Salı

tarih - yazıcılık üzerine...

 

İLBER ORTAYLI    

TARİH - YAZICILIK ÜZERİNE/ARAŞTIRMA/CEDİT/2009/232 sayfa

Prof. Dr. İlber Ortaylı tarih ve özellikle Osmanlı Tarihi üzerine birçok kitap yazdığı gibi tarih nasıl yazılır sorusuna cevap olarak yazmış olduğu çalışmalar da mevcuttur. Metodoloji üzerine Giriş/Kaynak niteliğinde bir kitap.

İlber hoca, Tarih nedir? Sorusuyla başlıyor kitabına ve devamla; Yunan ve Roma geleneğinde tarih yazıcılığı, Helenistik devirde tarihçilik, tarih ve sosyoloji, Türkiye’de klasik çağın algılanması, Osmanlı tarih yazıcılığının evrilmesi üzerine, Tarih üzerine mülâkat, İstanbul’un fethi ve üçüncü Roma nazariyesi, menkıbe, Türk tarihçiliğinde biyografi inşası ve biyografik malzeme sorunsalı, Cumhuriyet devri tarih yazıcılığının umumi görünümü, Genç okuyuculara -Tarih üzerine-, Türkoloji ve var olmayan bir dal: Oksidentalistik, Cevdet Paşa ve Avrupa tarihi, Osmanlı Kançılaryasında Reform: Tanzimat Devri Osmanlı Diplomatikasının bazı yönleri, Balkanlar ve Batıdan Osmanlı tarihiyle ilgili arşivler ile Rusya tarihi ve arşivleri bölümleriyle devam ediyor…

Gelelim tarih denilince en çok tartışılan konuya; Resmi Tarih’e İlber Ortaylı şu şekilde yaklaşmaktadır:

"Resmi tarih" denen yorum ve tabular dar bir bürokratik kadronun yorum ve terimi değildir. Aksine sokaktaki insanın, yönetilenin tavır ve görüşünün de yansımasıdır. Bir tür mütearife haline gelen, hatta, akide haline getirilen görüşler varsa (ki bunlar yakın tarihe değil eski dönemlere de ait olabilir; ama her zaman ve her yerde yakın tarihte daha çoktur.) bürokrasinin ceberrut yönetiminden çok, vatandaşın bağnazlığına, inatçılığına veya kutsallık anlayışına da bağlıdır. Bu nedenle yakın tarihçi kendisi de bu atmosferin dışına çıkamaz; şayet mutedil bir üslupla tezini savunmazsa gayri ilmi ve hatta ahlak ve şecaat düşkünü bir kalem olarak damgalanır; çok kimse tarafından beğenilen bir yazarın çok da muarızı olabilir,

ama vesikanın gerçeğine bağlı kalana da o nisbette çok itibar edilir. İyi yakın tarihçi eksiksiz tasvir yapandır; bu tasviri şerhle yorumlamaktan çok, seçtiği olayları yan yana getirerek mizansenini (sahneye koyuculuğunu) gürültüsüzce tamamlayan yazar da tutunur. s.143-144.

 Taylan Köken

4 Şubat 2024 Pazar

ayna...


          ENİS BATUR

AYNA/DENEME/ADA/1977/64 sayfa.

Enis Batur’un ilk yapıtlarından olan bu çalışma, piyasada bulunmuyordu. 2022 yılının sonuna doğru mezattan satın aldığım kitabı bu yılın başında yeniden okudum. Ayna, Enis Batur’un Başkalaşımlar serisinin ilk kitabıdır. Başkalaşımlar serisinin bütünlenmiş haline yıllar önce okumuştum. Bu yüzden yeniden okumalarda bazı noktalar hatırlanıyor elbette. Nedir, Enis Batur’u okuma serüveninde tekrar okumalar hiç bitmez, bitmemeli. Tekrar tekrar, yeniden okusanız dahi E.B. okumalarında ben bunu okumuştum hissine nadiren kapılır insan ve başka dikkate değer bir başlık keşfedilebilir.…

Ayna, çift metinli devam eden, bir tarafta resim sanatının diğer tarafta ise yine aynı konunun ve ayna kavramının farklı biçimlerde değerlendirildiği bir sarmal metin olarak kurgulanmış. E.B. ilk satırlarında tespitini bizimle paylaşıyor adeta; önsöz gibi…

Bir engel-metin olarak görülebilir <<Ayna>>, Yazı ile Görüntü arasındaki uzlaşmazlığı düşünürsek. Bu metnin bir ‘ayrım’ saptandığı alan bir öteki-alan geçekte.

Ayna kitabı, resim içerisinde kullanılan aynalar üzerine bir çalışma ve aslında çıkış noktası da tam bu konu…  Bu tür Aynalı resimler çizmiş olan Edgar Degas, Diego Velasquez, René Magritte, M.C. Escher, Salvador Dali, Hans Holbein ve Jan Van Eyck gibi ressamların çalışmlarında kullanmış olduğu aynaların hangi anlamda kullan(ıl)dığı ve/veya resimlerde sabitlenen ayna üzerindeki görüntülerin bizi nerelere götürdüğü üzerinedir koskoca metin… 

Taylan Köken