30 Nisan 2012 Pazartesi

anlaşılmaz...

"erkekler hemen yatmak isterler 
ama hemen yatan kadını sevmezler... 
kim demiş 'kadınlar anlaşılmaz' diye?" 
pakize suda

taylan köken

29 Nisan 2012 Pazar

hatırlatma...

"ne zaman ki dinlediğiniz şarkılar size onu hatırlatmaz; 
işte ancak o zaman hayattan bir tat alabilirsiniz!" 
ilhan berk

taylan köken

28 Nisan 2012 Cumartesi

anlaşılmak...

"belki de insan sevilmekten çok, 
anlaşılmayı istiyordu..." 
g.orwell

taylan köken

26 Nisan 2012 Perşembe

ayvalık tiyatro festivali...

ayvalık gençlik tiyatro şenliği'nin üçüncüsü 26-29 Nisan 2012 tarihlerinde olacaktır.
 "vıy ben duymadım, vıy ben bilemedim" demeyin...

taylan köken

25 Nisan 2012 Çarşamba

söz...

"söz sizin ağzınızda olduğu sürece, sizin esirinizdir. 
söz ağzınızdan çıktıktan sonra, 
siz onun esiri olursunuz..." 
hz. ali

taylan köken

24 Nisan 2012 Salı

harcama...

"size zamanını ayırmayan birine, 
asla kendinizi harcatmayın..." 
bukowski

taylan köken

23 Nisan 2012 Pazartesi

güven...

"ağzında bal damlayan arının bile, 
kıçında iğnesi var. ne güveni?" 
bukowski

taylan köken

22 Nisan 2012 Pazar

refik...

asmalımescit refik restaurant mezeleri ile ünlü. 1954 yılından beri hizmette olan ve sade mekanı ile "rakı sohbeti" için ideal bir mekan... ben adres için sitenin adresini vereyim de bi tıklarsınız: www.refikrestaurant.com 

taylan köken  

21 Nisan 2012 Cumartesi

yolculuk şiirleri...

HİLMİ YAVUZ
YOLCULUK ŞİİRLERİ/CAN/ŞİİR/2001/59 sayfa

Hilmi Yavuz benim ‘Ser Şairim’... (bu tanımım, bir zamanlar çok hoşuna gitmişti şairin...bir imza günüydü...)
Onun yerini kimse dolduramaz diyorum... Mutlaka önemli ve güzel şairler var. Ama benim şiir anlayışım, şiir kurgum, şiir ile anlatmak istediğim şeylerin bütünüdür, Hilmi Yavuz şiiri...

Yavuz şiirleri ilk okumada tadına ulaşılmıyor. Kurgusundan dolayı... Zeka önemli şiirde. Bilgi önemli şiirde.Yavuz’da bunlar var...

Yolculuk üzerine son şiirleri... Bu imgeye uygun şiirler. Yine doğu, yine batı. Yine taflan, yine doğa... ve öte’ye yolculuk şiirleri. Hepsi 26 şiir...

yolcu ten’dir, eğer yollar bedense... sf:15

kendi üzerime kurdum yalnızlığımı. sf:19

görünsem, geri dönmez miydiniz? sf:19

ne kadar gitsem, o kadar uzak. sf:28

çok yokuşlar tırmandım, iniş olmadı sf:28

karardım akşama baka baka sf:31

ağzı köpüklü akdeniz! sf:38

çatısına güneşler konmuş sf:40

Nuni, Zaman sarardı,
bir gül olmak’çin sana;
Ölüm o uzak akraba
her yerdesin var             sf:52

ve şairler de:
‘yunus yana yana yürüyordu,
mevlana döne döne,
bense kana kana yürürüm’
demiştim de...
unuttum hepsini şimdi,
unuttum...

artık sadece yolculuklar var şiirlerde...  sf:57

Taylan Köken

20 Nisan 2012 Cuma

cast-tiri...

"eskiden yeni doğan çocukları cami önüne bırakırlardı, 
şimdi cast ajanslarının önüne bırakıyorlar!
levent tülek

taylan köken 

19 Nisan 2012 Perşembe

dağ şiirleri...

FERİT EDGÜ
DAĞ ŞİİRLERİ/ŞİİR/P YAY./1999/36 sayfa

Ferit Edgü’nün  nasıl yazsa güzel oluyor. Bir yazarı sevmek her halde böyle bir şey. Dağ şiirlerinde yine Ferit Edgü’nün, ‘Doğu’ üzerine, özellikle de Muş üzerine şiirlerini bulacaksanız... Az, ama bir şeyleri anlatan, tırmalayan şiirler... Hele en son şiir...

DAĞIN ÖNÜ
DAĞIN ARDI

Benim inancım yok- onlarınki çok
Dağdan geyikler iniyor- ben geyiklere bakıyorum
Onlar dağa

Ben hiçbir şeye inanmıyorum, olsa olsa insana
Onlar her şeye inanıyor, insana asla

Dağa bakıyor onlar – Bense dağın ardına

Geyikler iniyor dağdan
Dağın ardına

Taylan Köken

18 Nisan 2012 Çarşamba

kurşun...

"düğünde havaya kurşun sıkan adam, 
boşanırken de karısına kurşun sıkar!"
aydın kurban (boşanma avukatı)

taylan köken

17 Nisan 2012 Salı

o kadın...

çok geç yayınlanmasına rağmen izlemekten hiç vazgeçmedim. tv dizileri içinde farkındalığı olan tek dizi bence... geçen geceki bölümü "o kadın" a adayarak özel olduğunu yine gösterdiler. sizi dikkatle ve sevgiyle izliyorum behzat ç. ekibi...

taylan köken

16 Nisan 2012 Pazartesi

aramızdaydı o gün...

zeyyat selimoğlu
aramızdaydı o gün/öykü/can/1990/156 sayfa

8 öyküden oluşan klasik bir Zeyyat Selimoğlu kitabı. Hoş öyküler. Özellikle kitaba adını veren öykü ve ‘bir ada soyunuyor’ çok hoştu.

Yont bana yontalım, hepimiz kendimize göre. S:52
*
Ölülerin huysuzluk ettiğini görmedim. Doğrusu (istavroz çıkarıyor) ölüler kadar geçimlisini görmedim insanın. Rahat etmek için mezarlığa koşuyorum vre, işe bak! Sonra, ölülerden aldığın iş temiz iştir. Düşün beyim, mermer işliyorsun. Mermer, bembeyaz! S:59
*
Ölüler gözü tok, karnı tok insanlardır. Ne bir şey ister, ne de bir şey yerler. S:60
*
Evlilik bu beyim, karın güzel olmuş ne çıkar, çirkin olmuş ne eder. On yıl geçti mi üzerinden zaten, çirkinle güzeli yanyana koysan, bakarsın ikisi de birbirine benziyor. S:61
*
“Yorgo be” dedi, “bu akşam, bize gel de bir rakı içelim.” Kalkıp gittim. Breh breh breh, pa pa pa, tuzak kurulmuş beyim, kapan kurulmuş. Bir rakı sofrası ki, papazı dinden çıkarır. Neler yok masa da, neler yok? S:62
*
Denizdeyim ve hep denizde olacağım. S:94
*
O zamanlar da gencecik kız, kuvvetli. Bağırdı mı dünyayı tutuyor sesi, vre diyorum, sen delisin, bilardoyu kıskanıyorsun. Istaka kıskanılır mı be kadın, ıstaka bu, kadın olsa işe yaramaz, kupkuru bir şey vre ıstaka... Kadın kısmı kıskanmaya başladı mı gözü hiçbir şeyi görmez, anadan doğma kör olur birden, kulakları da duymaz, anlatamazsın. Hane anlatırsın ama, anlamaz, kendini yer, seni de beraber. Eh işte, eski gün, bilardo, arkadaşlar, arada rakı falan derken... yavaş yavaş kazandı bizim madam. Ama eyi dayandı, dayanınca da başardı, bağladı bizi eve. Istaka düştü elimden, kaldı bilardo masasının üzerinde. Elsiz, tek başıma bir ıstaka. Ne yaparsın, insanın karısı en yakınıdır, öyle değil be kuzum? Öyle bir giriş girdim ki  evden içeri, işte şimdi aylar geçiyor çıkamıyorum. En son dört ay önce çıkmıştım. Nerde pencerelerden kaçan Dimo? Gezdiğim sokakları unuttum vre, bir daha geçsem tanımam. S:130
*
Şunlara bak be Dimo, kundura diye sattıkları şu çapulalara bak! S:146

Taylan Köken

15 Nisan 2012 Pazar

yazılı günler...

tomris uyar
yazılı günler(1985-!988)/günlük/can/1989/263 sayfa

Yazar günlüklerine Gündökümü diyor. T.U.’ın kişisel tavırlarını bu günlüklerde rahatlıkla görebilmekteyiz. Sert ve tavizsiz tarzını…

Yine aynı noktada aynı aşk üçgeninde takıldık, ayrıca hem ruhu hem bedeni verme ihtiyacında. Kürsüde otururken gözleri camdan dışarı kayan öğretim üyeleri, o sırada kaldırımdan geçen Edith Piaf’ın bu tür bir gereksinimi kendi doğallığıyla giderdiğini nasıl anlatabilirler? Yazmak için yaşamıyordu ki o, yaşamak için şarkı söylüyordu.

Bilgi, öğreneceklerimizin tümünü öğrendikten sonra edindiğimizdir. Sf:194

Siz kızarsınız başka, irin gibi yüzü,
Çiçekçi kadın gelir.
Çoğaltır bardaktaki hüznü,
Uzattığı karanfil.

Sen küçük kız, ver bir gazete,
Hangisi olursa olsun.
Öperdim ellerini kötüye çekilmese,
Gençliğini satıyorsun.   Behçet Necatigil Sf:203

Taylan Köken

14 Nisan 2012 Cumartesi

musa da böyle buyurdu...

sedat memili
musa da böyle buyurdu/araştırma/kaynak/2000/119 sayfa

Kutsal kitaplardan ilki olan Tevrat ekseninde, dinin terörü tetikleyen etkilerini araştıran, kısa ve ilginç bir kitap. Özellikle Tevrat öncesi mitolojik düşünce ve bu düşünce yaklaşımının Tevrat’a yansıması, bu yansımanın günümüzdeki etkileri ve bu etkiyi benimseyen emperyalist baskı sistemleri üzerine özetleyici bir bakış açısı kayda değer... Kitabı beğendim. Kaynak yayınlarında yayınlanan diğer kitaplarını da peşi sıra okuyacağım.      

NOTLAR:
Dinler tarihi boyunca her inancın tanrısı, kendine inananları “en üstün millet olarak, diğerine efendi” tayin etmiştir. Her millet farklı tanrıya inandığı için de, doğal olarak birbirine düşman olan milletlerin yaşadığı bir dünyada bulduk kendimizi. Oysa dinsel inançlar, kirlenmiş aklın ürünü olarak, mülkiyet duygusunun tatmini için manevi bir silah olarak kullanmıştır. Sf:10

Önce “yokluk” vardı.
Yokluk içinde evreni yaratacak bir güç var.
Sırası bazı mitoslarda değişmek üzere, ışık, yeryüzü, gökyüzü, denizler ve diğer canlılar yaratılmıştır.
İnsan, Tanrı’nın sureti olarak yaratılmış ve Tanrı üfleyerek ona can vermiştir.
Kadın ise erkekten sonra ve erkeğin kaburga kemiklerinden yaratılmıştır.
Tanrı’nın evreni yedi günde yaratması birçok mitolojide işlenmiştir.
Daha ilerideki aşamalarda göreceğimiz gibi, yavaş yavaş soyut kavramların yaratılışına gelecektir sıra. Sf:14-15
*
Tektanrılı dinlerin yazılı ilk kitabı olduğu iddia edilen Tevrat, mitolojik olaylar ile Yehova, dinin yayılışındaki sürecin bir sentezinden başka bir şey değildir. Anlatılan olayların birçoğu, farklı kültürlerdeki mitolojik olayların yazılı şeklidir. Sf:15
*
Mitolojilerin etkisi ile dine dayalı bir çok ritüel, “Önce hiçbir şey yoktu” diye başlar. Yani yokluğun var sayılması ile başlar. Gerçekte yokluk var mıdır?
Evren ilksiz ve sonsuzdur, var edilmediği gibi yok da edilemeyecektir.
Bu nedenle, dinsel anlamlı “yokluk”, varlığın karşıtı değildir. Sf:16
Her insan gibi ben de dönem dönem yıldızlara bakıp, neyim, etrafımda olanlar nedir sorusunu kendi kendime sorarım. Ne kendim, ne bunca okuduğum kitap, ne de dinsel kitaplar bu soruma, adam gibi çözüm üretebilmiş. Bir yerde gelip tıkanıyor her şey. Bu yüzden “kabullenme” edimi gerekiyor. Nasıl kabul edildiği ise, her bireyin kendi bireysel çözümü... Başka ne yapabiliriz ki, kabullenmenin haricinde?
*
Teknik ilerleme dediğimiz şey, nesnel ilişkileri çözmek; çağdaşlaşma dediğimiz şey ise, bunu insanlaşma sürecinde kullanmaktır. Sf:18
*
Metafizik felsefenin savunucuları, dinsel inançlara uygun olduğu için “yokluğun varlığını” savunadursunlar, 12. yüzyıl İslam filozoflarından İbn-i Rüşd yokluğun yokluğunu kabul etmiştir. “İlk madde yaratılmamıştır, sonradan olma da değildir. Onun için yaratılmış kavramı kullanılamaz. Bu niteliği dolayısıyla ilksiz ve sonsuzdur, yok olmayacaktır. Varoluş geçmişten geleceğe uzanan bir akıştır.” Rüşd bu görüşleri ile İslam dünyasında ateist olarak nitelendirilmiştir. Sf:19
Çözümü hiçbir zaman, dinsel düşünce içinden çıkaramazsınız. Çünkü “kesin itaat” dinlerin olmazsa olmaz tıkanıklığıdır. 12. yüzyılda yaşayan bir “felsefeci” karmaşayı kabul ediyor ve dışlanıyor. Galileo’da aforoz edilmişti, dünya dönüyor dediğinde. Algılama gelişimi için insanlık daha nereye kadar gelecek...
*
Yehova insanların canını almaya yetkili tek varlıktır. Bu yetkini kaynağı, canı kendisinin vermesidir.
“Ve Rab yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi.” Tekvin, Bap2:7
Hançerlioğlu; ilkel kavimlerden bugüne kadar “ruh” teriminin; uçucu gaz, yel, soluk, yelli hava, rüzgar, nefes gibi anlamları içerdiğini belirtmiştir. Sf:19
İnsanın yaratılışında, bir kavram kargaşası vardır. Tevrat da insan dünyada (yerin toprağından!) yaratılmıştır. Oysa Kuran’da insan Cennette yaratılmıştır.. ??????
Bir önemli kavramda insanın ruhunun hava ile bağlantılı olması. Böyle uçucu bir şeyin, bunca somut ve önemli konuları çözememesi de kayda değer bence...       
*
Halkın mutluluk ve refahı için, kral ve rahipler öldürülür. Bu durumu ile; kral, halk için vardır. Elbette bu ilkel bir davranış biçimidir. Fakat, çoktanrılı dinlerden sonra tektanrılı dinlerin yazılı kitapları, halkların, krallar için var olduğunu söyleyecektir. Sf:22
Benim insanoğlunda tek kabullenemediğim şey, devlete, tanrıya veya herhangi bir erke karşı, kesin itaat edilmesi... İtaat etme demiyorum, bu da başka bir terör çeşididir. Yalnız sorgulama yapmadan bunu yaparsınız, kabullenemiyorum... Ac’z, en büyük suç gözümde...
*
Her Tanrı, kendine inanları en büyük zürriyet, inanmayanları ise düşman görmektedir. Ve her Tanrı, kendine tapanlara sınırlarını belli ettiği topraklar vaat etmiştir.
Küçük Tanrılara sahip olan bütün bu ulusları tektanrı düşüncesi altına toplamak, elbette onları yönetmek için büyük kolaylık olacaktı. Bunu önce Mısırlılar denedi ve tektanrıcılığın temelleri atıldı.
 Bilim adamları, inanılan üç yüz milyona yakın Tanrı saptamışlardır.  Sf:23
Eğer tanrı var ise, neden toteme tapan Eskimolara, Afrikalılara, Amerikan yerlilerine elçi göndermemiş. Ve bütün elçilerini hemen hemen aynı soydan ve ırktan olan ve aynı coğrafya üzerinde yaşamış olan belli bir zümreye gönderiyor. Çünkü tektanrı Mısır’da başlamıştır da ondan.
*
Önce bir tasarım olarak ortaya çıkan ruh, sonra açıklama, sonra inanç ve sonra da egemen güçlerin sömürü aracına dönüşmüştür. Ruh, mistik düşüncenin olmazsa olmaz kavramıdır. Çamurdan olan nesneye can veren Tanrı olduğuna göre, bu canın tasarruf haklarının tamamı da Tanrı’ya ait olacaktır. Ama bu tasarruf hakkını soyut varlık kullanmayacağına göre, onun adına yönetici sınıf bu hakkı kullanacaktır. İnsanın varlığı üzerindeki tasarruf hakkı, dinlerin en önemli varlık sebebidir. Sf:24
*
Rabb’ın üflediği nefesle can bulan insanla Tanrısı arasındaki ilişki, sadece Tanrı-kul ilişkisi değil; aynı zamanda eşya-sahip ilişkisidir. Bir çok sorunu mülkiyet kavramı içinde çözmeye çalışan Yehova, doğal olarak insanı da bir eşya gibi görmüştür. Yehova, insana can verdiği için, insan yaşamı üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Sf:24
*
Musa’nın kitabı Tevrat’ta alabildiğine ölüm cezaları vardır. Suçlar, ferdi yapıdan çıkmış, bir insanın suçu için bir şehir halkı yok edilmiştir. Dokunulmazlık ise, değil uygulamak, düşünülmesi bile günah sayılmıştır. Egemenliğe gelince, Tanrı kimi dilemiş ve mübarek kılmışsa sadece egemenlik değil, tüm varlıklar onundur. Sf:30
*
Yehova iyilik ve kötülük bilme ağacını yasaklamıştır. Yasaklamasının sebebini şöyle açıklamakta: “Çünkü, ölürsün.” Yarattığı ilk insanın karşılaştığı ilk yasak ve ilk ceza; ölüm.  Yehova, koyduğu yasak karşısında insanın varlık nedenini ortadan kaldırma ile tehdit ediyor. Evrene yeni gelmiş, iyilik ve kötülüğü bilmeyen, yani benzetme yerindeyse, daha hiçbir zihinsel faaliyeti olmayan insana “yasak” koyuyor ve uymaması halinde “ölüm” ile tehdit ediyor. Egemenliği altında bulundurduğu yaratma ve can verme eylemini her an “yok etme”ye dönüştürebileceğinin ilk mesajlarını algılıyoruz burada. Sf:31
*
Yılan açıkça Yehova’nın yalan söylediğini bildiriyor. Burada imgelerin kullanılmış olması, Yehova’nın yalan söylediği gerçeğini değiştirmez. Çünkü, iyiyi ve kötüyü bilmenin Tanrısal bir nitelik olduğu düşüncesinde bulunan Yehova, başka Tanrılar istemiyor. Sf:32
*
Her şeyi yaratan ve her şeyin iyisini ve kötüsünü bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’nın neden şeytanı ortadan kaldırmadığı, tektanrılı dinlerin en büyük çelişkisidir. Sf:32
Evet neden şeytan var olmuştur? Neden insanoğlu, direk dürüst, saf ve temiz duygular ile bu dünyaya gelip, öyle geri dönecekken, neden bir imtihan stresi yaşamak zorunda bırakılmıştır, ömrü boyunca... Var olanı, isimlendirmekten başka, ya da başka anlamlar yüklemekten başka bir şey değildir din kavramı. İnsanın içinde olan iyilik ve kötülüğe bir kılıftır din. Tanrılar ise zavallı piyonudur, bu hırsın...
*
Kötülükleri yaşadığı nesnel koşullarda aramayan ya da arması önlenen insanlık, nedenleri gökyüzünde ve soyut kavramlarda aramıştır.

Taylan Köken

13 Nisan 2012 Cuma

tarih heterodoksi ve babailer...

reha çamuroğlu
tarih heterodoksi ve babailer/inceleme/om/1999/200 sayfa

Reha Çamuroğlu bu kitabı ile bütün bildiklerimi sarstı diyebilirim. Türkler, tarih ve inançlar üzerine kendimce meraklıyım, araştırma kitaplarım genellikle bu konular üzerine. Daha önce İsmail kitabını okuduğum Çamuroğlu’nun bu okuduğum ikinci kitabı ve bütün bildiklerimi ters yüz etti... Diğer kitaplarını da hemen okuyacağım.

Tarih Sümer’de başlar. Samuel Noah Kramer. S:15
1.      Anıtsal şehirleri var
2.      Devleti var
3.      Binlerce yazı tableti var
*
Özgürlük anlamına gelen “Amargi” sözcüğü Sümerlilerin Lagaş şehrinde ortaya çıkmıştır. S:19
*
Tarih, devletçe tutuklanmış kültürdür. S:20
*
Bizce “artı ürün” , bir üretme faaliyetinin değil, bir ürettirme faaliyetinin ürünüdür. S:31
*
...Üretim araçları hayvan sürüleri, kılıç ve ok olan Türkmenlerin göç ve fetihleri sayesinde.. Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi.
İlk olarak kılıç ve ok: Üretim araçları. Yapılan üretim: Fetih. İkincisi hayvan sürüleri: Üretim araçları. Bu anlayış, insanı bir üretici,onun bütün faaliyetlerini üretim ve insandışı doğayı “doğal kaynaklar” olarak gören bir yaklaşımın hazin sonucudur.
*
Bilginin değişmesi, iktidarın değişmesi ile mümkündür. Bryan S. Turner.
Katılmıyoruz,  bu ancak bilginin yönünü değiştirir. Bilginin değişmesi “iktidarın” yok olması ile mümkündür. S:38
*
Mısır metinlerinden biri, Atum’u evreni kendi vücudundan mastürbasyon yolu ile yaratırken resmediyor. S:46
*
Türk tarihçisi, her gördükleri örgütlenmeyi “devlet baba” sanmalarından ve göçebe Türkleri tarihin içine çekmekteki “sonsuz” iştiyaklerinden dolayı, tarihte 16 Türk devleti yarattılar ve bunlar Cumhurbaşkanlığı forsu tarafından da onaylandı. S:53
*
Devlet kapitalizmsiz olabilir; fakat kapitalizm devletsiz olmaz. S:55
*
Üç hazinem var. Onları koru ve iyi bak:
Birincisi derin aşk,
İkincisi sadelik,
Üçüncüsü ise dünyaya baş olmaya kalkışmamaktır. Tao felsefesi. S:56
*
Yazılı iletişimin birincil işlevi köleliği kolaylaştırmaktır. Claude Lévi-Strauss. S:65
*
Türkler, göçebeliklerinde en uzun süre direnen ve bugün hala göçebe unsurlar barındıran bir kavimdir. S:68
Ziraatçı ve geniş bozkırlarda çobanlık ile geçinen uluslarda orman kültü eski önemini kaybetmiş, orman tanrıları da kötü ruhlar sayılmıştır... s:69
*
Yesevi’nin oluşturduğu evren “sıradan insan”ın içinde yok olacağı bir büyüklükler, korkular, ödüller, mucizeler evrenidir. Yesevi, bizce o dönemde Türkler arasında sayıları oldukça fazla olan popüler İslam propagandacılarının en önemlilerinden biriydi. Şeriatla uyum içinde olması, hükümdarlar için dağları yerinden oynatması ve en önemlisi “kutsal savaş”a yönelik psikolojik ortamı yaratması açısından diğerlerin daha öndeydi. S:90
*
 ...Tanrı kime verirse, beylik işini; o işe uygun (tuş) akıl ve gönül de verir. S:98
Tanrı niçin karışsın ki! Varsayalım dünyadaki hükümranlığının, kullarının üzerindeki hükümranlığının sarsılmaması için mutlak bir güce ihtiyaç duysun. O zaman Tanrı zayıf olmaz mı? İslam ya da bütün semavi dinler, insanoğlunun kısır çıkar çatışmalarının üstünde olmalıdır, olamamıştır...tk.
*
Gerçi modern devletlerden farklı olarak, içerdikleri tahakküm zenginliği açısından fakir olan “ortaçağ” devletleri –ki Selçuklularda öyledir- üzerinde egemen oldukları bütün toprakları ya da “tebaa” olarak gördükleri bütün toplulukları her yönüyle denetleyemezler. S:108
Bence Osmanlıda böyleydi ve Yavuz Selim hegamonyasını   kurmak için Türkmenleri katletti.tk.
*
“Bir şey paylaşılınca değeri azalıyor, fethedilince, kan dökülünce artıyor” gibi bir hava içindeler. Ne de olsa, “Toprak, uğruna kan dökülürse vatandır.” S:109
*
Sûfi, kanını dökülmüş gören, malını mübah bilen kişidir.
Tasavvuf bir şeye sahip olmamandır, bir şeyin de seni kendine kul etmemesidir. S:117
*
Kur’an’da Allah’ın adları sayılırken “Vücûd” yani varlık adı geçmemiştir. S:118
*
Allah’ın kulluğundan bile azad edilmiş olduklarını söyleyen bu dervişler için, devlete kulluk etmek katlanılmaz bir aşağılanmaydı. S:122
*
Hallac-ı Mansûr “ben tanrıyım”  diyebiliyor, ama yine kendi inancına göre örneğin başka birisine dönüp “sen tanrısın” diyemez. Kısaca kendisini tanımlayabilirken başkasını tanımlamaya kalkışmaz. Atfedilen bu “öznellik”, aynı zamanda “özgürlük”tür. S:123
*
Güzel olan ne mahrum edilmek, ne de kendini mahrum etmektir, ama mahrumluk duymamaktır. S:124
*
İslâm bir şehirli dinidir. Sabri Ülgener. S:138
*
Hükümet, hükümet olduğu için kötüdür. S:164
*
Gerçekten de medrese bilgisi ne acayiptir, birisi bir kitap yazar, biri çıkar onu kendi kafasına göre şerh eder, bir başkası o şerhi haşiyeler, başka biri de haşiyeye talikat yazar, kitap uzar gider, asıl maksat da satırlar arasında kararır, belirsizleşir, kaybolur. Abdülbaki Gölpınarlı S:168
*
Sürç-ü lisan ettiysek affolmaya. S:195

Taylan Köken

12 Nisan 2012 Perşembe

kaç kişi izliyor tiyatroyu...

"tiyatro zaten belli bir kitleye 
hatta kitle bile değil "kit"e hitap ediyor..." 
ilker ayrık

taylan köken

11 Nisan 2012 Çarşamba

gol kralı...

"üç beş erkek peşinden koşunca 
havasından geçilmeyen kadınlara sesleniyorum: 
maksat gol atmak. akıllı olun." 
şebnem dinçgör

taylan köken

10 Nisan 2012 Salı

ki(r)bariye...

ece ayhan'ın tanımıyla türkiye'nin en büyük cazcısı olan kibariye bakın ne demiş: "beni kıskanan muhakkak vardır ama ben kimseyi kıskanmıyorum. hatta sezen (aksu) benim için "kir tutmayan teflon tava" der...


taylan köken 

9 Nisan 2012 Pazartesi

sayıklamalar...

oruç aruoba
sayıklamalar/metin/mephisto/1994/199 sayfa

Oruç Aruoba şiirlerine metinler olarak adlandırıyor. 2 Temmuz 1988- 17 Ağustos 1991 tarihleri arasında yazdığı dördüncü kitap “Sayıklamalar” dır. Bu dörtlü metinler (şiirler) aynı anda basılmış ve yayınlanmıştır. Deneysel yaklaşımlar bazı yerlerde ilgi çekici olmasına rağmen, genel olarak sıra dışı bir metine pek rastlanmaktadır. Bunda imgenin olmamasını önemli bir sebep olarak görmekteyiz.

Kitaptan devam edelim:

GÜNLERLE GİDEN

Yok artık bulabileceğin sessizlik
Derinliklerinden çıkan kırık ay
Kuruyan çiçeklerindeki kırık ay
Hep yitik zamanlardan yankılar.

O yalnız çamın çevresi kuşatıldı
Yanında moloz yığını, önü duvar
Beyaz kelebeklere yazılar yazıldı
Artık ne kar, ne ateşböcekleri var.

Şimdi dışarı çıksam, yeniden işitebilir miym
Aldırmaz seslerini, neşe dolu şarkılarını
Geçmişten taşınmış coşkuya dayanabilir miyim
Tutabilir miyim geçmiş günlerin yankılarını? Sf:77
*

DÜN
ya.

KUŞ
kon
         komm!
                        maz. Sf:145

Taylan Köken

8 Nisan 2012 Pazar

olan...

oruç aruoba
olan/metin/mephisto/1994/227 sayfa

Oruç Aruoba şiirlerine metinler olarak adlandırıyor. 22 Ağustos 1986- 30 Mayıs 1987 tarihleri arasında yazdığı ilk kitap “Olan” olmasına rağmen son yayınlanan kitap. Bu dörtlü metinler (şiirler) yazılım sırasının tersi olarak basılmıştır.
Deneysel yaklaşımlar bazı yerlerde ilgi çekici olmasına rağmen, genel olarak sıra dışı bir metine pek rastlanmaktadır. Bunda imgenin olmamasını önemli bir sebep olarak görmekteyiz.

Kitaptan devam edelim:

Buradayım:
Yükseliyorum.

Oysa buradaydım –
kuruyordum. Sf:36
*
sessiz ve derin kollarında
denizin:
özgür dünyanda? Sf:76
*
Gidiyorsun:
Bütün ışıklarımı göndersem seninle
aydınlanır mısın?

Gidiyorsun:
Bütün sevinçlerimi göndersem seninle
mutlanır mısın?

Gidiyorsun:
Bütün hüzünlerimi göndersem seninle
üzülür müsün?

Gidiyorsun:
Bütün acılarımı göndersem seninle
yıkılır mısın? Sf:92
*
Bu uğultu
İşittiğin – senin gelişin
Ve benim bekleyişim. Sf:108

Taylan Köken

7 Nisan 2012 Cumartesi

kesik esin-tiler...

oruç aruoba
kesik esin-tiler/metin/mephisto/1994/127 sayfa

Oruç Aruoba şiirlerine metinler olarak adlandırıyor. 27 Şubat 1988- 31 Mayıs 1988 tarihleri arasında yazdığı ikinci kitap “Kesik Esin-tiler” dir. Bu dörtlü metinler (şiirler) yazılım sırasının tersi olarak basılmıştır.
Deneysel yaklaşımlar bazı yerlerde ilgi çekici olmasına rağmen, genel olarak sıra dışı bir metine pek rastlanmaktadır. Bunda imgenin olmamasını önemli bir sebep olarak görmekteyiz.

Kitaptan devam edelim:

Birden bir
kuş patlaması:
kanat kanata
çırpınış. Sf:11
*
Neredeysen
nereye gider
sen
kendindensin
hep – sf:13
*
Erkendi
gittiğimde;
geldiğinde
geç. Sf:25
*
DAHA

Var
mı? Sf:44
*
Belki de doğrudur
koparılmaması leylağın. Sf:51
*
Geleceği düşüne kişi,
Yaşama anlam ve amaç bulur,
Ona verilir eylem ve uğraşı,
Ama bağışlanmaz hiç huzur. Sf:90

Taylan Köken

6 Nisan 2012 Cuma

ağıtlar...

oruç aruoba
ağıtlar/metin/mephisto/1994/67 sayfa

Oruç Aruoba şiirlerine metinler olarak adlandırıyor. 8 Ekim 1988- 22 Ocak 1989 tarihleri arasında yazdığı üçüncü kitap “Geç Gelen Ağıtlar” dır. Bu dörtlü metinler (şiirler) yazılım sırasının tersi olarak basılmıştır.
Deneysel yaklaşımlar bazı yerlerde ilgi çekici olmasına rağmen, genel olarak sıra dışı bir metine pek rastlanmaktadır. Bunda imgenin olmamasını önemli bir sebep olarak görmekteyiz. Serinin yazım olarak en küçük kitabıdır.

Kitaptan devam edelim:

YOK

Al
dan
ma
dan
al
dat
ma
dan

ne
ne
re
de
n.
sf:44

Taylan Köken

3 Nisan 2012 Salı

orta direği yıkan ayı...

muzaffer izgü
orta direği yıkan ayı/öykü/bilgi/1984/179 sayfa

Muzaffer İzgü mizahi yazının köşe başı yazarlarından en önemlilerinden biridir. Sade diliyle yazmış olduğu eserleri bir dönemin yaşamı üzerine önemli ipuçları verir okura. İnsana dayandırır öykülerini. Onların başından geçen sıra dışı olaylar, toplumsal eleştirinin temelini oluşturur. Mizah salt güldürü değildir, öykü kahramanlarının yaşamış oldukları olay kurguları ile bizden biridirler. Olaylar içten, yalın ve özentisiz bir dille aktarılır.
Muzaffer İzgü’nün en önemli özelliği ise çok üretken bir yazar olmasıdır.
1984 yılında basılan kitapta Turgut Özal’ın toplumda hedef kitlesi olan ve “Orta Direk” olarak adlandırılan toplumsal sınıf, Muzaffer İzgü’nün öykülerinde andığı ve yaşamını bize aktardığı sınıfın hikâyeleridir. Kitabın birinci öyküsü olan “Orta Direği Yıkan Ayı” ve diğer öyküler, bir dönemin siyasal yaklaşımının ironisidir diyebiliriz.
Kitaptaki “Zıkkım Yesin, Zıkkım İçsin” öyküsü ise benim sevdiğim ve bir çok kişiye okuduğum bir öyküdür. Yıllardır ortak bir yaşamı paylaşan iki arkadaşın, ufak hesaplaşmalar yapmasının ne kadar yanlış olduğunu bize anlatan etkileyici bir öykü…  

Taylan Köken

2 Nisan 2012 Pazartesi

her sakaldan bir kıl...

murat çulcu
her sakaldan bir kıl/araştırma/e/2001/516 sayfa

“Türkiye’de MAFİA’laşmanın Kökenleri-1” alt başlığı ile basılan kitap Mafia kavramının tarih içinde nerelerden başladığına dair bize ayrıntılı olarak aydınlatıyor.
Türklerde aile kavramı ile başlayan “Ayrıcalıklı Olma” hali zaman içinde kılanlara, aşiretlere, tarikatlara ve tüm üst kimliklere yayılarak günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde de bir şeye bağlı olanlar, ihtiyaç duydukları zaman farklılıkları elde etmiyorlar mı? Hem de yeri geldiğinde ortalığı ayağa kaldırarak, yakıp yıkmak pahasına. Yaygarayı çıkaran haklı oluyor bu ülkede…

Kitaptan devam edelim;
Geçmişi İskitlere kadar uzanan “kankardeşliği” iki kişi arasında tesis edilebildiği gibi, grup halinde de tesis edilebilir. Cahit Öztelli’ye göre İskitlerde kankardeşi olacak birden fazla kişi kendilerini yaralayarak kanlarını şarap dolu bir küpe -testiye- akıtıyorlardı. Daha sonra silahlarını küpe batırıyorlar, ardından da kanla karışık şarabı hep birlikte içiyorlardı. Sf:95

Anadolu Selçuklu Devleti’nde Beylikler birer büyük ailedirler. Bunlar önce yerel imtiyazı güçle elde ederler ve sık sık da merkezi otorite ile çatışarak imtiyaz ve toprak sahibi olurlar…Yazar kitabında bunları ayrıntılı olarak incelemektedir.
Osmanlı’da ise imtiyaz sahibi tarikatlar baş rolü oynamaktadır. Yeniçerilerin bağlı bulunduğu Bektaşi mezhebinin ayrıcalıkları, çıkarmış olduğu isyanlar ayrıntılı ele alınmaktadır.
Babai Ayaklanmaları, Ahi Teşkilatları ve Celali İsyanları devlette mafyalaşmanın kökleridir.
Osmanlı vergi sistemini işlerliğini sağlamak için, yerel otoritelere resmi ve resmi olmayan yollarla imtiyaz sahibi yaparak sistemini işletiyordu. İsyanlar bu sisteme ayar yapılmasından başka bir şey değildi…  

Taylan Köken      

1 Nisan 2012 Pazar

yaralı kalmak...

ibrahim yıldırım
yaralı kalmak/roman/sel/2001/239 sayfa

Kuşevinin Efendisi yazısına diğer kitaplarını da alacağım diye not düşmüşüm. Her taslak başarılı olacak diye bir şey yok! Böyle bir tespitle başlamak; sanırım bu romanın özeti olmalı. Bir şey anlatmalı roman. Bence böyle olmalı! Bir şey anlatmadan, anlatıyormuş gibi yapmak, bir de bu duruma okuru katmak (ki Yıldırım sık sık okura sorular sorarak, sataşmalar yaparak, okuru romana katmaya çalışıyor!) sadece başarısız bir roman taslağına okuru suç ortağı yapmak olur... Neyse ki hayattaki tek şaşırmam bu roman değil...

“Başlıyorum.
Oda. Dördül kutu.
Kapattım kendimi.” Sf:11

Yaralı kalmak: Aksaray’da söylenir. İçkiye doymamış olmak anlamındadır. Şöyle anlatayım: hani ansızın umulmadık bir şey oluverir ve siz, son kadehi içmeden masadan kalkmak zorunda kalırsınız. İşte böyle bir şeydir yaralı kalmak. Bir tür umarsızlıktır; endişe içinde ruhun çıt diye yarılıvermesidir. Önceleri jiletle çizilmiş gibidir ruhunuz, ince ince kanar; sonra oluk oluk akmaya başlar. Zaman da akar. Kan ağırlaşıp, pıhtılaşır. Yaralısınızdır.” Sf:12

“Yapıt, tasarımın ölü maskıdır.”
“Eser, temrinin, yazar tarafından orospulaştırılmış halidir.” Sf:155

“Aşk da değişmez mi bu durumda?” sf:214

Taylan Köken