1 Ekim 2025 Çarşamba

şehren'is...

 

ENİS BATUR

ŞEHREN’İS / DENEME / LİTARATÜR / 2002 / 152 sayfa

 

Enis Batur’un gezip dolaşmış olduğu kentler/yöreler hakkında almış olduğu notlar, yarı-deneme tadında farklı bakış açıları. Batur’un bu Avrupa kentlerine bakışı her zaman olduğu gibi kendine özgü, yazılarını kendi çekmiş olduğu fotoğraflarla desteklemektedir. Kitabın yazılarla paralel hareket eden kolajı, görsel yanı bence yazarın kontrolünde yapılmakla birlikte, Yetkin Başarır’ın Konsept ve Tasarımda işi ele alışı, özgün bir çalışmayla karşımıza dikiliyor.

 

Kitaptan devam edelim:

 

Tıpkı Kavala gibi, şehir başlarken, kötü selamlıyor Selanik de, Türkiye’den geleni: Kuzeyinden güneyine kan damlayan bir Kıbrıs haritası bekliyor girişte. İnsanın, kalmaya görmeye gittiği bir şehirde, ülkede anadilini konuşmaktan korku duyması, pasaportundaki kimliğin başına dert açabileceği endişesini taşıması orada hareket özgürlüğünü, davranış rahatlığını kısıtlıyor her şeyden önce. Sf.9

 

Bu durumu, sınırı, sınırları çizen –çoğunlukla- muhafazakâr kafa yapısını kabul etmiyorum. Sırf bu yüzden Midilli’ye geçmiyorum. Pasaportum Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’i damgası taşıyor diye vize aldığım(!?), para ödediğim yolculuğumun sonunu, liman dairesinde kontrol esnasında beni ülkesine kabul etmeyen zihniyeti reddediyorum. Ben de protesto edip gitmiyorum… Bana hiçbir ülkenin hiçbir kurumu, kendi düşüncesini zorla kabul ettiremez… 

*

Yunancada meteora, yeryüzüyle gökyüzü arasında salınan anlamına geliyor-muş… Sf.11   

*

Her kentin suyu olmalı bana kalırsa, akar ya da durgun suya kıyısı olmayan bir köy, kasaba, şehir farkına varmasa da kurur, zamanla kuruyayazar. Suyun çizdiği, yonttuğu, görkemli biçimler yarattığı Venedik’i, İstanbul’u, Rio’yu susuz kentlerle kıyaslayınca daha iyi anlaşılıyor bu. sf.37

*

İçi doldurulmuş, cansız canlılar. Sf.53

*

Lozan’a, gece çökerken giriyoruz…. Görkemli bir belle époque oteli: Beaurivage (göl kıyısı boyunca sayısız Beaurivage otelinin önünden geçtik bu arada); yanıbaşında Hotel Angleterre, iki yüzyıl önce Lord Byron oturmuş, bir kitap yazmış orada; sonra, göle en fazla sokulmuş yapı, hayalet kulesiyle Ouchy[Uşi] Şatosu. Lozan anlaşması bu şatoda yapılan görüşmelerin sonucunda imzalanmış. Sf.68-69


Taylan Köken

29 Eylül 2025 Pazartesi

üç hikaye...

 

MEHMET RAUF

ÜÇ HİKÂYE / ÖYKÜ / BORDO-SİYAH / 2004 / 130 sayfa

 

Eylül romanıyla bilinen, Türk Edebiyatının öncü yazarlarından olan Mehmet Rauf’un uzun-öykü türende kaleme aldığı üç öyküsünün toplandığı kitap. Mehmet Rauf’un öykü sonlarındaki tarihlere göre ilk öykü 1913, diğer iki öykü 1915 yılında yazılmış. Üç öykünün kitap olarak yayın tarihi ise 1919 yılıdır.

 

Yazar üç öyküsünde, dönemin insanlarının, dolayısıyla toplumun, yaşama ve evlilik kurumuna bakışını eleştirdiği bir yaklaşımı görmekteyiz. İyimser Gerçekçilik ile yazılan bu üç öykünün, Osmanlı’nın son dönem aile yapısına ışık tutan, eleştirel dozu ayarında yapan bir yaklaşım içindedir.

 

Girdâb öyküsü toplum önünde yenilen, iç-meselesiyle kavgalı bir bireyin, o günün eleştirisini yapmasını ele alan bir yapıttır. Maddi imkânlarına rağmen kirasını alamadığı için zor durumda kalan bir genç ev sahibinin, başkaları gibi olup, el etek öpmeye, devleti soyanlardan olmaya, tefeci olmaya karar vermesinin hikâyesidir.   

 

Bir Hüsran Hikâyesi’nde ise 43 yaşına gelen ve artık evlenmesi gerektiğine zorla, kendi kendini ikna eden bir beyin kısmeti 18 yaşında bir tazenin aday olarak belirmesiyle birlikte karmaşık bir hal alır. Tek problem yaş farkı mıdır? Toplumun bu tür evliliklere yaklaşımı, ileriye doğru oluşabilecek zorluklar yazar tarafından irdelenir.

 

Hediyeler öyküsü diğer iki öyküye göre biraz daha uzun yazılmış bir öyküdür. Maddi imkânlarını zorlayarak Boğaz’da bir ev kiralayan orta gelirli bir ailenin evli olan küçük kızı, bir de yeni dul kalmış yaşı geçkin büyük bir kızı vardır. Evin reisi bir şekilde yan konakta oturan bir beyle tanışmıştır. Birbirine ikramlar yapmalar, gelip gitmeler sonucunda dul kız ile zengin komşu arasında bir ilişki doğar.  

Taylan Köken

19 Eylül 2025 Cuma

kazım taşkent ve yapı kredi bankası...

 

SADİ ABAÇ

KAZIM TAŞKENT VE YAPI KREDİ BANKASI / YAŞANTI / YKY/ 2003 / 160 sayfa

 

Yapı Kredi Bankası’nın banisi olan Kazım Taşkent’in hayatı, yaptığı işler, yöneticiliği ve bankacılığı üzerine mütevazı bir çalışma. Kitapta dikkati çeken ilk durum, naif bir dille yazılmış olması.

 

Kitap, temel olarak iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde Kazım Taşkent’in YKB’sını nasıl kurduğu ve ilk 25 yılın bir değerlendirmesi yer alıyor. İkinci bölümde ise bir yönetici olarak hangi felsefeyi uyguluyor, YKB’sını yönetirken hangi değerlere önem verip, diğer yönetici ve çalışanlarından beklentisi konu konu aktarılıyor.

 

Son bölümde Kazım Taşkent’in kendi kaleminden kısa yaşam öyküsü ve birkaç fotoğrafla kitap sonlanıyor.

 

Kitaptan bazı bölümler:

 

1933 yılında, Atatürk ve Celal Bayar Eskişehir’de açılacak olan şeker fabrikasının bulunduğu alanı dolaşmaktadır. Atatürk, Celal Bayar’a; temel ne zaman atılacak diye sorunca, Celal Bey yetkili kişiye soralım diyerek Kazım Taşkent’i yanlarına çağırtırlar. Atatürk aynı soruyu bu kez Kazım Beye sorar; inşaat ne zaman başlayacak? Kazım Bey tereddüt etmeden Nisan başı diye cevap verir ve; kışın toprak donduğu için bu dönemde atılan temellerde problem olduğunu da ilave eder. Atatürk, ne zaman açacaksın diye Kazım Beye sorduğunda, yine hiç tereddütsüz olarak; 20 Ekim, saat 9’da fabrika işletmeye açılacaktır Paşam, cevabını vermiştir. Atatürk pek inanmaz ancak Kazım Taşkent verdiği gün ve saatte Eskişehir Şeker Fabrikası’nı çalıştırmaya başlayacaktır.

 

Aslında bu anekdot kitabın özetidir adeta. Hayatı boyunca disiplin içinde, gece gündüz demeden, memleketine faydalı olabilmek, istihdam yaratabilmek için, sabırla, inançla çalışmıştır Kazım Taşkent. Bu anekdotla başlayan kitabın tamamında aynı çalışkanlığı, sabrı ve en önemlisi disiplini göreceksiniz.

 

Kazım Taşkent, Şeker Fabrikaları A.Ş. üst yöneticisi[umum müdürü] iken, şirket mensuplarının Emekli Sandığı’ndan ayrılırken birikimlerini değerlendirebilmeleri için 1942 Şubatında Doğan Sigorta Şirketi’ni kurar. Bu sigorta şirketi, adından da açıkça belli olduğu üzere Yapı yapmak ve Kredi vermek amacıyla 1944 Temmuz ayında Yapı Kredi Bankası olarak bildiğimiz bankanın kurulmasına ön ayak olur.

 

Kazım Taşkent ise 28 yıllık bankacılığından sonra 78 yaşında emekli olmaya karar verir ve;

 

Değerli arkadaşlarım, Sevgili arkadaşlarım diye başlayan son tamimiyle birlikte, 16 Haziran 1972 tarihinde görevinden ayrılmıştır. Bu tamim, 28 yıllık banka kuruculuğunun, hayat prensiplerinin bir özetidir. Bu bölümü 58. ve 61. sayfalar arasında bulabilirsiniz.  

 

Modern anlamda, batılı bankacılık tekniklerini kullanan yapı kısa sürede disipliniyle sermayesini, dolayısıyla ekonomik gücünü attırmış, ülkemizin sayılı bankalarından biri olmuştur. YKB yalnız bankacılık yapmaz, kültür hayatında da başarılı işlere imza atar. Bankanın sahip olduğu koleksiyonlar, Beyoğlu şubesindeki müze, Yapı Kredi Yayınları’nın ülkemizin en büyük yayınevlerinden biri olması gibi bu konuda da öncülük görevlerini başarıyla yerine getiren bir kurum olmuştur. Sonuç olarak her yönüyle derli toplu kaleme alınmış, Kazım Taşkent’i ve işlerini çok iyi tanıtan bir çalışma.

 

Taylan Köken

15 Eylül 2025 Pazartesi

imgeleri kim dinler?


ENİS BATUR

İMGELERİ KİM DİNLER? / DENEME / YKY / 2004 / 272 sayfa

 

Enis Batur’un bu deneme kitabı, Fatih Albümü ve Mehmed Siyah Kalem ile başlıyor. Sonra peş peşe yerel ve uluslararası ressamlar ve onların bize sanatlarıyla iletmiş olduğu simgelerin, imgelerin peşine düşüyor yazar…

 

Enis Batur yine soruyor, sorguluyor.

 

Kitaptan devam edelim:

 

Son-uç… Sf.37

*

Kim dinler resimleri? Sf.97   

*

Bir sanat yapıtıyla derinlemesine ilişki geliştirebilmenin vazgeçilmez önkoşullarından biri olarak sunuluş biçimini görmem, bana doğal geliyor. Paris’teki Piéce Unique(Tek parça) galerisine hayranım: Sokaktan geçerken, 20 metrekarelik bir alanda birbaşına duran yapıt sizi karşısına mıhlıyor… sf.104

*

Osmanlı uygarlığı, kuldan bireye geçiş sürecinin tamamlanmasına tanık olmadan tarih sahnelerinden silindi. Sf.170

*

Nasıl olsa, birine değilse ötekine, benziyorduk. Sf.197

*

Yazılar silinmiş, silinecek olmuş: Elindeki çekici çivisi, tabletin üstünde dolaşan yazıcının kemikleri toz olmuş. Elden ele dolaşmaz, korunmaz, yeniden üretilmezse her kültürü siler, silecektir zaman. Sf.201

   

Taylan Köken

11 Eylül 2025 Perşembe

bir imparatorluk çökerken...

 

CAHİT UÇUK

BİR İMPARATORLUK ÇÖKERKEN / ANI / YKY / 1999 / 504 sayfa

 

Cahit Uçuk’un çok satanlar listesine de giren, ailesinin hikâyesini anlattığı bu kitabın, YKY’de ilk baskısı 1995 yılında basılmış, benim elimdeki nüsha ise 1999 yılına ait 7. baskı.

Cahit Uçuk, 1909 Selanik doğumlu olup, babası ve anne tarafından dedeleri paşa rütbelerine sahip ailelerdir. Osmanlı’nın bu son çeyreğindeki sıkıntılı dönem, Cahit Hanımın çocukluğuna denk gelmektedir ve devletimiz sürekli kaybederken, aile de kaybetmiştir.

Kitap aynı zamanda ailenin kişisel muhacerat tarihidir…

Selanik’te de yine o tuhaf rüzgârlar esmekte. Gerek benim, gerekse kardeşlerimin çiftliklerine Bulgar ve Rum çeteciler baskınlar düzenliyor. s.36

Selanik’te baskı artmaya başladığı yıllarda Cihat Hanım henüz dünyada değildir.

İsyan doluydu. O Selanik’te doğmuştu. Oradaki Hıristiyanlara Hıristiyan oldukları için değil onlar serbest yaşayabildikleri için hep imrenirdi. Beyaz Kule’de deniz kıyısındaki kahvelerde, gazinolarda kadınlar erkeklerle oturup yer içerlerdi. Hatta buz gibi soğuk biralarını da karşılıklı erkeklerle tokuşturarak içerlerdi. s.43

Cahit Hanım, annesinin bu serzenişini Selanik’te yaşayan Müslümanlar ile Gayrimüslimleri kıyaslamak aşısından vermektedir. Yazar, yaşamına etki eden kentleri çok iyi analiz edip, dönemin şartlarına da dikkat ederek ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak kitap boyunca açık bir dille aktarmaktadır.

Yazar, Hadiye ile Vehbi bölümünde zengin evlerinde evlilik hazırlıklarının nasıl yapıldığını, adetleri tüm ritüelleriyle aktarmaktadır. Bu bölümün ve kitabın ilerleyen birçok bölümünde rastladığımız başka bir özellik ise farklı sınıfsal zümreler hakkında bilgiler de vermesidir…

İttihat ve Terakki Fırkası adı altında yeni bir fırka kurmaktayız. Eski ideal arkadaşlarımızın birçoğu burada. Günler geçtikçe öyle bir parti olacak, öyle bir güçlenecek ki, başımızdaki kimseye dur diyebilecek, onu hizaya getirecek, kuvvetlenecek… s.94   

Evde sadece kadın ve çocuklardan oluşan, korumasız bir aileydiler artık… Müslüman mezarlığının yerle bir olduğunu görmüşlerdi….. Taşları devrilmiş, ortada kalmış bir sürü ecdat mezarı, ilk önce Bulgar sonra Yunan tekmeleri, baltaları ile sökülüp yok olmuştu…. İçinde yaşadığı şehir bilmediği, yadırgadığı, gerçek olduğuna bir türlü inanmadığı başka Selanik’ti sanki. s.173

Aile Selanik’ten İstanbul’a göç eder. Sonrasında: Konakların çoğunun iç hizmetlerini gören aşçılar, yamaklar, uşaklar, ağalar savılmış, cariyeler azad edilmiş ya da çırak çıkarılarak evlendirilmiştir. s.186 

Aile İstanbul’da birkaç ev değiştirdikten sonra, Cahit okul çağına gelmiş ve yabancı bir mürebbiyenin işlettiği özel bir okula başlamış, ancak ülkenin durumu nedeniyle babası maaşını dahi alamaz olmuş, Selanik’ten getirmiş oldukları maddi imkânlar kısa sürede tükenince okuldan ayrılmaya karar verir. Tam da bu zorluklar yüzünden okulun bırakılmasına karar verildiğinde Fransız mürebbiye de ülkesine kaçınca beyi daha fazla devam edememiş okulu kapatmak zorunda kalmıştı. İşte bu dönemde aile dostları Vehbi beyin amcasının oğlu olan Balıkesir Taridat Müdürü Cemil Bey aileyi rahat geçinebilmeleri için Balıkesir’e davet eder. Ailenin artık yeni günleri Balıkesir’dedir. Aile burada çiftlik yaşamına geri döner, eker, biçer, en azından ürettikleriyle karnını doyurabilmektedir artık. İstanbul işgal altındadır, aile babasının topraklarına yakın bir yerde görevlendirilir ve Hekimhan’a yerleşir. Kurtuluş Savaşı’nı burada geçiren aile Cumhuriyet sonrası Antalya’ya geçer ve yazar anılarına bu son durakta nihayete erdirir.

Cahit Uçuk’un anlamlı anılarının çok naif ve akıcı bir dille kaleme alındığını, dönemin ağır koşullarını başarılı bir şekilde yansıttığını ve çok rahat okunduğunu dikkatinize sunmak isterim.

Ps: Aile Selanik ve elbet Balıkesir’de de Ayvalık zeytinyağı tüketmektedir… Kitapta, Ayvalık’ın adı zeytinyağıyla iki kez yer almaktadır.

Taylan Köken

9 Eylül 2025 Salı

gövde'm...

 

ENİS BATUR

GÖVDE’M / DENEME / SEL / 2007 / 268 sayfa


Enis Batur özel ansiklopedisinin yedinci kitabı; Gövde’si üzerine. Gövde üzerine, gövdelerimiz üzerine, beden üzerine, el, ayak, kol, bacak, yüz, göz, kulak ne varsa vücudumuzda bir bütün oluşturduğunda beden olacak şekilde… Vücut, beden yazar tarafından ameliyata yatırılıyor. Kendi gibi ameliyata giren nice yerel-dünya yazın insanıyla birlikte, elele kolkola paramparça ediyor bedeni; hiç acımadan…

 

Kitaptan devam edelim:


Benzemek, benzememe payını gerektiren bir durumdur. 
Sf:12

*

Ahlak, bana doğamı yadsımamı öğretir. Sf:16

*

Giyim kültürü ve moda, gövdemi kullanmıştır hep: Onu kurar, esirger, açığa vurur, hatta açıklarlar. sf:17

*

Soyunmak, belli bir noktada arınmışlığı simgeliyor elbette. Sf:19

*

Ey ölü, sen benim asla sahip olamadığım ve olamayacağım şeye sahipsin: İşte bu bedene. Sf.21

*

Genç gövdenin yaşlanma hızının ne ölçüde yüksek olduğunu bilmeden, fark etmeden yol alır insan. Belki de bundan, pek çok yaşlıda ölüm düşüncesi de ağırlaşır.  sf:29

*

Deliksiz ve uzun. Bunun, vicdanımın rahatlandığını kaynaklandığını söylerim. Eşim tam tersi kanıda: Vicdansız olduğum için böyle uyuduğumu söylüyor. Sf:44

*

Çin’de anayasal bir haktır çalışanın siesta yapması… sf.45

*

Şeytan tırnağı üzerine: Tek koşulu vardır bu anlamsız uç verişin: Nasıl gelmişse, öyle, nedensiz, çekip gidecektir. sf:69

*

Büyük yağmurlar geniş çölleri tutar. Kimse yokken, sessiz ve derin sağanak geçer koyaklarımızdan. Hiç ağlamayan insanlar vardır: Onların içini sarkıtlar dikitler kaplar. Sf.74

*

“Yazmak, tıpkı kaşınmak gibi” diyor atam. 

“Hem keyif, hem acı verir.” Sf:82

*

Yazma sancısı ayrı bir şeydir, yazamama sancısı apayrı şey. sf:87

*

Şiiri kurusun… sf.95

*

Anımsıyorum nasıl unutulur, konser boyunca Bilge [Karasu], başını öne eğer, gözlerini yumar, dinlerdi. Bu da bir yol. Sf.103

*

Peygamberin ayağı, kulun izlemesi gereken tek yönü işaret eder. Nereye yürüyeceğinizi bilin. Sf:138

*

Termossos’taki görkemli taş ayak bir inanç simgesiymiş. Sf.139

*

“Ayak ölüme giden bir organ…” Primo Levi sf.141

*

Ölümün sessizliği oysa bambaşka… sf.170

*

Elverişsiz koşullarda, hemen hep bekâr yaşayan Ece Ayhan iki ay evimde kaldı, biraz şaşırmıştım çok temiz olduğunu görünce, çamaşırı bile eliyle yıkardı. Sf.176

*

Bilebildiğimiz kadarıyla, yeryüzünde, kendi türünün, başka türlerin üzerinde işkence uygulama eğilimi taşıyan tek canlı insan. Sf.205

*

Bütün yasaklar baş’tan doğar, vücuda yayılır. Sf.249

 

Taylan Köken

5 Eylül 2025 Cuma

hotel glasgow...


ŞAVKAR ALTINEL

HOTEL GLASGOW / ANLATI / YKY / 2014 / 105 sayfa

 

Şavkar Altınel, “inanılmaz sıcak bir Paris öğleden sonrasında” Enis Batur’la buluşmuş ve bu kitap projesini kendisiyle paylaşmıştır. Bundan ötürü kitap “Enis için”le başlamaktadır.

Kitabı okumaya başladıktan sonra Şavkar bey Paris’e gelince kentte bulunan Glasgow Hotel’i keşfeder. Kitabı bir kenara bırakıp böyle bir otel var mı diye internete girdim hemen. Hotel Glasgow, gerçekten vardı ve 3. rue de la Félicité 75017 Paris adresinde üç yıldız ile faaliyet gösteriyordu. Yanlış anlaşılma olmasın, yazara güvenmediğimden değil; Paris’de bu isimde bir otelin olmasını merak ettiğimden gerçekliğini sorguladım…

Kitaptan bazı bölümler:

 

Şavkar “İngiliz” olarak düşündüğü her şeyin milliyetçiliğin kol gezdiği İskoçya’da “İskoç” olarak nitelendirilmesi gerektiğini Glasgow’da yaşamaya başlar başlamaz öğrenmişti. s.13   

 

Şavkar burada ömrü boyunca gerçekten istediği tek şey olan yazarlığa doğru ilk bir iki adımını atıp kendine bir edebi kimlik oluşturmaya başlamış ama mutlu olmamıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse zaten hiçbir yerde mutlu olmamış, hayatını hep sınırlı, dar, eksik bulmuştu.

Anglikan cenaze törenlerinde rahibin kullandığı “Hayatın ortasında ölümün içindeyiz” cümlesinden hareket ederek ağzından “Hayatın ortasında Glasgow’dayız”… s.19

Her yolculuk her şeyi ardımızda bıraktığımız yeni bir başlangıçta… s.22

Çokkişilikliliğinin niçin bir hastalık olarak görüldüğünü de hiçbir zaman anlayamamıştı. s.24

Şavkar “yetenek” diye soyut bir gücün varlığına hiçbir zaman inanmamıştı. Sanatın gerçek kaynağı ona duyulan ihtiyaçtan başka bir şey olamazdı. Önemli olan, bir insanın yaşadığı hayat değil, bu hayat gösterdiği tepki[dir]… s.39

Hıristiyanlığın apolitik ve “iç dünyacı” yanı İncil’in önemli bir bölümünün Yunan felsefesinden etkilenen Paulus, kalanının da Paulus’tan etkilenen yazarlar tarafından kaleme alınmış olmasından kaynaklanıyordu. s.53

Şavkar Altınel’in kitabı tamamlama konusunda zorlandığını Yazarın Notu bölümünden öğreniyoruz. Ona destek verenleri son sayfada anıyor. Benim içinse kitap Ya O ya Ben bölümünün başlarındaki bozuk ifadelerden dolayı sonlanmış oluyor.   

 

Taylan Köken

1 Eylül 2025 Pazartesi

abdülhamit devrinde sansür...

 

CEVDET KUDRET

ABDÜLHAMİT DEVRİNDE SANSÜR / ARAŞTIRMA / MİLLİYET / 1977 / 128 sayfa

 

Cevdet Kudret, Türk Yazını üzerine değerli bir külliyat oluşturacak kadar eser üretmiş, çalışkan bir yazarımızdır. Bu kadar edebiyat üzerine düşünüp, yazınca elbet konu bir gün sansüre gelecekti. Üstat bu konuyu da ıskalamamış ve özellikle kitabın sonuna eklediği Basın Nizamnameleri bu çalışmasını hayli kıymetli hale getirmektedir.

 

Cevdet Kudret, sansür konusuna şu cümleyle giriş yapar: “Türkiye’de basın üzerinde baskı ve sansür denince akla hemen Abdülhamit devri gelir” s.5

Sultanı sevenler ise 33 yıllık istibdat döneminde hemen hemen her il merkezinde basın şubesinin kurulduğunu, kitap, gazete ve dergi yayınlarında azalma değil çok fazla artış olduğunu dile getirirler. Dönemin edebiyat üreten, yani siyasi, ekonomik bir yazı değil, roman ve öykü yazanlar bile bu dönemde yazdıklarının yarıdan fazlası sansürden geçmediği için artık yazmaz olmuştur. Sansür kurulları işsiz kalınca görevlerine son vermesinler diye bu sefer de saraya jurnal üretmekteydiler. Bugünün Abdülhamit severleri ise jurnalciliğini; devletin bekası için bir zorunluluk olarak naif bir hoşgörü ile yaklaşmaktadır…

Sultan, 1876-1909 yılları arasındaki 33 yıllık istibdat yönetimi ile tarihe geçmiştir. Oysa bu dönemden önce, Osmanlı Yönetimi sansür konusunda çok yol kat etmiştir. Abdülhamit almış olduğu sansür mirasının üzerine koyarak ilerlemiş, akla gelmeyecek yeni yöntemler ve baskılarla dozajı o kadar arttırmıştır ki tüm başarısızlığına rağmen tahtta kalmayı başarmış bir padişahtır.

 Abdülhamit tahta çıkışının dördüncü ayında yayınlanan “Kanun-i Esasi” maddelerini bahane göstererek meclisi fesih etmiş ve tüm yetkileri üzerine almıştır. Vekiller Heyeti’nin 2 Ocak 1877 günü çıkarmış olduğu kanunnamenin 6. maddesine göre:

“Askeri hükümet, gerekli görülen kişilerin gece ve gündüz evlerini aramağa; şüpheli ve sabıkalı güruhundan olup hükümetçe tutuklananları, sıkıyönetim altına alınan yerde konutları olmayan kişileri başka bir yere uzaklaştırmağa; … zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri hemen kapamağa ve her türlü cemiyetleri (toplantılar, kurullar, dernekler) yasaklamağa yetkilidir.” s.17

Baskı mekanizmasının ilk kurbanlarından biri, olacakları önceden sezen Teodor Kasap Efendi olmuştur. Gazetelerin birçoğunun övdüğü Kanun-i Esasi maddelerini eleştirmiş, İstikbal adındaki gazetesinde; “halka hak verilmez, hak alınır” düşüncesini yazdığı yazının ardından, Hayal adındaki ünlü mizah dergisindeki karikatürünün yayınlanmasından sonra üç yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. s.17-18

Dönemin baskısına, yalnız dergi ve gazeteler maruz kalmaz. Ülkemizde basılan kitapların tetkiki yanında yabancı basından gelen kitapların ülkeye girişi de sıkı tedbirlere bağlanmıştı: Abdülhamit Döneminin meşhur Matbaalar Nizamnamesi uzun süre(1888 yılına kadar) yürürlükte kalmış, kitapların denetleme işi ise “Meclis-i Maarif”ten alınıp, yine Maarif Nezareti’ne bağlı “Encümen-i Teftiş ve Muayene” kuruluna devredilerek daha sistemli bir hale getirilmiştir. Bu kurulun görevleri arasında:

“Türkiye’ye girecek yabancı basının içeriğinin sakıncalı olup olmadığının gümrük ve postahanelerdeki özel(!) memurlar tarafından kestirilemeyen kitap ve sâirenin incelenmesi” yer almaktadır. s.20

 

Abdülhamit döneminde sadece iç basın değil dış basın da sıkı sansür tedbirlerine tabiidir. Kendi hakkında yazılan övgülerin haricinde ülkenin problemlerini ortaya koyan hiçbir basılı eser piyasaya sürülemezken, yabancı basının ürettiği eserler elini kolunu sallayarak ülkemize giremezdi elbette. Basını kontrol eden müdür konumunda bulunan Hüseyin Cahit Yalçın’ın postane müdürlüklerine “gizlidir” kaydıyla göndermiş olduğu bir “emirname” genel konumuz hakkında bazı ibretlik maddeleri içermektedir.   

 

1. Postalar açıldığı zaman şüpheli görünen mektup ve paketlere el konulup hemen saraya gönderilecektir.

2. Beyoğlu ve Galata postahanelerine, mektuplarını almak üzere sık sık gelen kişilerin şekillerini saptamak yararlıdır.

4. Post-restant olarak gelen mektuplar ve başka eşya birinci derecede şüphe çekici göründüğünden, bunları alacak olanlar Türkiye uyruklu ise ve gerekirse kendilerine teslim edilmemeli.

6. Üzerlerinde özellikle durulmak üzere adları evvelce bildirilen yüksek memurlar adına gelen mektuplar ayrıcalıksız Mâbeyin’e gönderilmelidir.

7. Yabancı memleketlerden gelen yolcuların İstanbul ahalisinden ve zararlı fikir sahiplerinden bazı kişiler adına mektup, paket, kitap v.b. getirmelerine meydan verilmemek üzere iskelelerde sıkı tedbirler alınmalıdır. s.32.

 

Sadece yukarıdaki maddeler dönemin şartlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Cevdet Kudret, kitabın ilerleyen bölümlerinde yasaklanan kelimeler ve yasaklaya yasaklaya yazarların yazacak kelime bulamamaktan artık yazmaktan vazgeçtiklerini, dönemin üretemeyen yazarlarının anıları üzerinden aktarmaktır.  

 

 Taylan Köken

29 Ağustos 2025 Cuma

su, tüyün üzerinde bekler...

 

ENİS BATUR

SU, TÜYÜN ÜZERİNDE BEKLER / DENEME / SEL / 1999 / 163 sayfa

 

Enis Batur’un kişisel ansiklopedi yolculuğundaki dördüncü kitap olarak sıralanan bu çalışma, ilk bakışta Kırkpare ve Yazboz’dan daha farklı bir yöntem/yolculuk denemesi. Maddeden daha çok denemeye kayan bir form, belki de uzun madde denemesi…

 

Numara 14: İşlem Tamam’da Çöp-ev kavramı benim de başıma gelmiş bir gerçeklik: Yaşlı alt komşumuzun eve taşımış olduğu, kağıt, kumaş, ıvır zıvır ile ev dolduğunda, dayanılmaz bir koku üretmeye başladı. Biz üst katta olduğumuzdan en çok karşı kapı komşumuz rahatsız olmuş ve belediyeye şikâyet etmişti. Beş kamyon çöp çıkmıştı evden. Yaşlı kadını çocukları alıp götürmüştü en nihayetinde. Yaşlı komşumuz bir sınır belirlemiş miydi, yoksa toplamanın/biriktirmenin sonu(cu) kişiden kişiye, travmadan travmaya değişiyor muydu?

 

İki Post-Scriptum ise benzer konunun koleksiyoncu ve farklı şeyler biriktirenler üzerinden değerlendirilmesi.

-Daniel Sibony’nin kaleme aldığı “Koleksiyoncunun Psikanalizi” adlı denemesinde; bu uğraş alanında varolmak ile malik olmak arasındaki denklemi çözmeye çalışmıştır. s.26    

-Koleksiyoncunun koleksiyonuna gösterdiği aşırı dozda bağlılığın, bağımlılığın benzeriyle başka ilişki zeminlerinde de karşılaştığımız olur… s.27

Enis Batur, belki de beni en çok yaralayan bir konuya giriyor bu kısa denemesinde. Tanıdığım koleksiyoncular arasında gönülden paylaşımcı olan tek birini tanıyorum. Diğerlerinin hepsi paylaşıyorsa ucundan tek bir amacı vardır; bu bende var haberin olsun…

-İnsan, nesne ve ötesi – suskun, kalakalıyorum. s.28

Altıncı, altı parçadan oluşan bir anı-değerlendirme…

-Arkadaşlığımız koyulaştığında bile ona bu davranışının kökeninde yatan dürtüler hakkında soru sormaya kalkışmadım – dostluk, ne zaman ileri gidileceğini, hangi konularda sessiz kalınması gerektiğini öğreten koşullar içerir. s.43

-İmdi, çöl keşişlerine sığınacak yer kalmadı artık. Herkes kendi kayboluşuna kalabalığın ortasında yer alıyor. s.46

Annem Gelip Beni Alacak denemesinde E.B. iki yakını hakkında üç başlıktan oluşan bir deneme aktarıyor.

- Herbirimizin kendi kayboluşları, kendi kayboluş üslûbu vardı. s.55

-“Bir de unutamamak var. Unutulamayan şey çok zalim olabiliyor…” s.56

-Anımsamak, ayrı. Anımsamaya çalışmak, ürkünç.

-Gene de unutmak iyidir, diyorum. s.63

Korku-luk denemesi ise resimler, haberler ve diğer incelenen malzemeler denemenin iç-maddelerini oluşturan tuğlalar adeta…

-Ece Ayhan’ın “kuşlar çarpışmaz” saptamasına dönüyorum: İnsanlar çarpışırlar. Hele korku akıllarını almışsa. s.75

Fısıltılar Requiem’i denemesini Bilge Karasu’ya adamış. Ölüm üzerine birçok denemesi olan yazarın değişik dergilerde yayınlanan belki de konu özelindeki ilk derlemesi.

-Ölüm korkusu, ölümün kendisinden bile ağır olabilir. s.103

Su, Tüyün Üzerinde Bekler ise kitaba adını veren son deneme. Jiri Kolar’ın onüç soru-kolajı için karşılık denemesi denemenin içeriğini açıklayan bir alt başlık.

Hepsi bu kadar.

Taylan Köken

28 Ağustos 2025 Perşembe

meşakk-ı hayat...

AHMET RASİM

MEŞAKK-I HAYAT / UZUN ÖYKÜ / BORDO-SİYAH / 2004 / 75 sayfa


Ahmet Rasim (1864-1932) devrini en iyi yansıtan yazarlardan biridir. Edebiyatımızın ilk klasiklerini yazanlardan biri olarak anılmaktadır. Ahmet Rasim’in erken dönem eserlerinden biri olan bu yapıt günümüzde uzun öykü türünde değerlendirilmektedir.

Tanzimat döneminden sonra Letâifnâme olarak isimlendirilen “hoş sözler”in toplandığı kitap türleri bir tür toplama yayın olarak edebiyat türleri arasında yer almıştır. Yazarlar daha sonra aktarmak istediklerini, ele aldıkları konuların içine yayarak, kahramanlarının başından geçenleri değerlendirerek okura verme gereğini duymuşlardır.


Meşakk-ı Hayat yani Hayatın Güçlükleri kitabını günümüz Türkçesine çeviren ve kitabı yayına hazırlayan Zeki Çakılalan’dır. Editör Kemal Bek ile birlikte kitap hakkında düşüncelerini aktardıkları bölümü kitaba başlamadan önce muhakkak okumalısınız. Bu uzun öykü ilk olarak 1891 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiştir. 1892 yılında kitap olarak basılmıştır.

Ahmet Rasim bu kısa anlatısında konu; kocasını çirkin bulduğu için evi terk eden genç bir kadının uzun süre kalabileceği bir kapı bulamaması üzerinedir. Rasim yapıtını, dönemin söylemine, ahlak anlayışına uygun olarak, kadının toplumdaki yerini ve davranışlarını sorgulayan üslupla kaleme almıştır. Firdevs’in tercihleri, sığındığı kapılarda yaşadığı zorluklar, yanlış anlaşılmalar, kısa sürede “neden ben evimi ter ettim ki” sorusuna cevap aramaya dönüşür. Yazar, bu kısa yolculukta, -evini terk eden bu tür- kadınlara toplumun nasıl baktığını, kadınların nasıl pişman olduğunu bize aktarma gayretindedir.

Son bölümü sürprizli olan bu klasik yapıtı Ahmet Rasim ve klasik Türk Edebiyatı meraklılarına tavsiye ederim.

 

Taylan Köken