2 Kasım 2025 Pazar

türkleşmek islamlaşmak muâsırlaşmak...

 

ZİYA GÖKALP

TÜRKLEŞMEK İSLAMLAŞMAK MUASIRLAŞMAK / ARAŞTIRMA / BORDO-SİYAH / 2004 / 109 sayfa

 

Ziya Gökalp’ın toplumbilim üzerine yazmış olduğu üç araştırma kitabından sonra kaleme aldığı inceleme kitabıdır. 1918 yılında yayınlanan kitaptaki düşünceleri, 1923 yılında yayınladığı –meşhur eseri- Türkçülüğün Esasları kitabından farklılık arzetmektedir.

 

20. yüzyılın başında Osmanlı Devleti dağılıp, son günlerini yaşarken, toplumun ileri(ci) kısımları, Batılı değer yargılarını kabullenmiş ve benimsemiş görünmektedir. Özümseme meselesi bu satırları konusu değildir. İslamcılar/ümmetçiler ise Ulusçu düşünceleri kökten reddetmektedirler. Türkler/Türkçüler ise yeniden var olmanın tek koşulu olarak Ulusal Devlet olmanın tek koşul olduğunu savunmaktadır.

 

Ziya Gökalp, -halen birbiriyle kanlı bıçaklı olan- bu görüşlerin çağdaşlaşma için bir araya geleceğini savunan çalışmasını kaleme almıştır. 1923 yılına geldiği zaman yazar Türkçülüğün Esasları kitabında tek çıkar yolun, “Türk” kavramı üzerinde dil, eğitim ve siyasi birliğin sağlanarak Ulus Devletin ancak bu şekilde var olacağını savunmuştur.

 

Gökalp, önce Üç Düşünce Akımı bölümünde kitabın başlığında yer alan; Türkçülük, İslam ve Çağdaşlaşma kavramını basit bir dille açıklıyor. [Bu arada kitabın tamamı, çok sade, kısa cümlelerle, konuşur gibi kaleme alınmıştır.]

Dil başlığında, Ulusçuluk, Ümmetçilik ve Çağdaşçılık akımları artık dil bütünlüğünün önemini kavramıştır demektedir.

Gelenek ve Kural bölümünde ise Osmanlı’nın kurumlarında bir bütünlük olmadığı ifade etmektedir.

Gelişmeden doğan kurumlarımızın tarihsel bağlantılarını sağlayarak canlı gelenekler durumuna getireceğimize, bunları bir yana atarak her ülkeden “tarih”siz, “gelenek”siz kurallar biçiminde kurumlar almışız.

İngilizler kuralsız bir ulustur; ama tarihsel bağlantılar, gelişme bakımından bilinen gelenekler, en çok İngilizlerde görülür. İngilizleri geliştiren, gelenikçiliktir.

Biz Türkler kuralcı, ama geleneksiz bir ulusuz. s.41.

 

Kültür Topluluğu, Uygarlık Topluluğu bölümünde, konu toplumbilimsel açıdan incelenirken, Fransız bilim insanlarından örnekler vererek tartışılmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki tüm bu fikirler yazıldığı dönemin tartışmaları ve bilimsel çalışmalarıyla değerlendirilmelidir.

 

Biz Türkler, çağdaş uygarlığın akıl ve bilimiyle donanmış olduğumuz halde bir “Türk-İslam” kültürü yaratmaya çalışmalıyız. s.55.

  

Ziya Gökalp, 100 yıl önce bunları yazarken, günümüzün erklerinin Abdülhamid’in eteğinde dolaşmaları ne kadar ironiktir.

 

Gökalp, Türklüğün Başına Gelenler bölümünde, Osmanlı’nın kurucusu olan Türklerin, devlet büyüdükçe nasıl itildiğini, hor görüldüğünü, yok farz edildiğini belirtirken, dilimize yerleşen Türklükle ilgili hakaret cümlelerinden bazılarını sıralar. Osmanlı içinde filizlenen birçok ulusalcı akımların dayandığı en büyük düşünce ve akımların ortak noktası; Türk düşmanlığıdır. Kim kendi milliyetçiliğini övüyorsa, önceliğine Türkleri almakta ve onları hor görerek işe başlamaktadır. İstanbul, Saray sanki Türk değildir…

 

Türk asıllı olan birçok genç Arnavutlukla, Araplıkla ya da Kürtlükle övünüyorlardı. Türklükle övünen tek bir kişi yoktu. “Türk” sözcüğünü ayıplı sıfatlar gibi kimse üzerine almıyordu. “Türk” Doğu Anadolu’da “Kızılbaş”; İstanbul’da “kaba ve köylü” anlamlarına geliyordu… s.60  

 

Ziya Gökalp, bir ülkenin kurucusu olan milletin, o ülkenin diğer tüm unsurları tarafından dışlanarak, hakarete uğramasının, dünyada hiçbir ülkede örneğinin bulunmadığını belirtirken, çözümü; Çağdaş bir İslam Türklüğü(s.66) olarak belirtmesi ilginçtir…

 

Eğitim bölümünde İslami eğitimin çağdaş olabileceğini tüm iyimserliği ile düşünmekte ve savunmaktadır…

 

Ülkü bölümünde ise yazar, ulusal bir kimlik olarak konuya bakmaktadır. Bir ulusun ülküsü zor günde ortaya çıkar, gerektiğinde o toplumun kurtarıcısı olur.

 

Bir ulus tehlikede kaldığı zaman, onu bireyler kurtaramaz; ulus, kendi kendisinin kurtarıcısı olur. s.77         

 

Türk Ulusu ve Türan bölümünde Gökalp;

 

Türan, Türklerin tümünü içine alan ve Türk olmayanları dışta bırakan ülküsel yurttur. Türan, Türklerin oturduğu, Türkçe’nin konuşulduğu bütün ülkelerin toplamıdır. s.90

Kitap, Ulus ve Yurt, Ulus Ülküsü, Ulusallık ve İslamlık bölümleriyle devam eder.

Yazarın Ulusallık ve Ümmetçiliği aynı potada eritmeye çalışması ise; 100 yıldır konuyu tartışan, tartışa tartışa suyunu çıkaran ve bir adım ileri gitmediği gibi, ne ümmet ne de ulus ol(a)mayan, her kurumu, her siyasi ile emperyalizmin emrinde olan bir devlet olabileceğini öngörememiştir. Bu düşüncelerin halen savunulması ise bizim başımıza özellikle musallat edilen sözde düşünce akımlarıdır.

 

Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf edilen basit bir söz uygulanabilseydi, bu canım ülkem halen muasırlaşmak için çaba göstermezdi: Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin…

 

Taylan Köken

28 Ekim 2025 Salı

basit bir es...

 


ENİS BATUR

BASİT BİR ES / ANLATI / KIRMIZIKEDİ / 2015 / 80 sayfa

Bir kış günü, sabah, yabancı bir ülkede trene bindiniz. Gidip bir koltuğa oturdunuz. Karşınızdaki koltuğa gelip başka biri oturdu. Sonra çantasından çıkarıp eski bir kitabınızı açıp okumaya başladı…

Bu sahne başka bir yazar tarafından senin için yazılmıştı. s.7.

 

Kitap ve kısa yolculuk, bu satırlarla başlıyor.

Yazar-Yolcu

Yazar-Okur

Yazar-Yol(culuk)

Yazar-Yazar

Yazar-Zaman

Yazar-Yazmak

Gibi başlıksız bölümlerle kitap kayıp gidiyor, bir de bakıyorsunuz, kısa yolculuk bitmiş ve siz Enis Batur’un bir ara-kitabı’nı daha tamamlamış oluyorsunuz.

Kitabın son sayfasında, kitap başlığının sonuna eklenen “*” işaretinin açıklaması yer alıyor:

Başlık, Schönberg’in, Webern üzerine bir cümlesinden yontulmuştur. s.77.  

Taylan Köken

26 Ekim 2025 Pazar

markopaşa yazılar ve ötekiler...


SABAHATTİN ALİ

MARKOPAŞA YAZILARI VE ÖTEKİLER/YAZILAR/YKY/2019/226 sayfa 

Sabahattin Ali’nin bu eseri Hikmet Altınkaynak tarafından hazırlanmış, ilk kez 1986 yılında Cem Yayınları tarafından neşredilmiştir. YKY’na geçişi ve ilk baskı Ekim 1998’de olmuştur. Benim elimdeki nüsha ise YKY’deki 17. baskıdır. 

Kitabı derleyen Hikmet Altınkaynak’ın tekrar baskılar için yazdığı dört önsözle başlıyor çalışma. Anket Yanıtları/Konuşmalar bölümünde Yücel, Varlık, Yeni Adam, Akşam, Yeni Edebiyat isimli dergilerde oluşturduğu anketler ve cevapları yer almaktadır. 

Yazılar bölümündeyse, Resimli Ay, Varlık, Ulus, Tercüme, Yurt ve Dünya, Yenitürk, Fontamara, Tan, Markopaşa, Merhumpaşa, Malumpaşa, Alibaba ve Zincirli Hürriyet dergilerinde yayınlanan yazılarından oluşmaktadır.

Kitabın son bölümündeyse; Kitap Üstüne Yazılan Yazılardan Seçmeler bölümü yer almaktadır. Bu bölümdeki yazarlar, Alpay Kabacalı, Oktay Akbal, Hasan Pulur ve Etem Ütük’ün özellikle Sabahattin Ali’nin Markopaşa yazıları üzerine düşünceleridir.    

Kitapta, Mehmet Behçet Yazar’ın “Sabahattin Ali’nin hayatı ve eserleri” üzerine sormuş olduğu soruyu Ali şöyle cevaplar:

“1907’de doğdum. Garbi Anadoluluyum, nüfus kaydım Ayvalık’tadır. İlk tahsilimi Çanakkale, İstanbul ve Edremit’te, orta tahsilimi Balıkesir ve İstanbul muallim mekteplerinde yaptım. 1927’de Yozgat’ta bir sene muallimlikten sonra, 1928’de Maarif Vekâleti hesabına Almanya’ya gittim. 1930’da döndüm ve evvela Aydın’da, sonra Konya’da ve Ankara’da Almanca muallimliği yaptım. Şimdi Maarif Vekâleti’nde Neşriyat müdürlüğü kalembaşısıyım ve Ankara Tiyatro mektebinde öğretmenim.” s.47. 

Sabahattin Ali’nin bu kitabındaki Markopaşa yazıları, Türkiye'nin yakın tarihine, siyasetine, basın özgürlüğüne ve toplumsal yapısına ilgi duyan herkesin okuması gereken yazılar olarak değerlendiriyorum. 

Kitabı okurken, kültür, yazı ve edebiyat dünyasında mücadele eden bir yazarın mücadelesini göreceksiniz. Ayrıca yazılanların birçoğunun güncelliğini koruduğunu, "değişmeyen" siyaset ve iktidar davranışlarını görmek hem şaşırtıcı hem de hüzün vericidir. Bu ülke, bu toplum,  bunca yıl yaşadıklarından ne öğrendi?.. 

Sabahattin Ali’nin kullandığı o keskin zekâsını, dili ustaca kullanışını, duru Türkçesini ve boyun eğmez duruşunu, onu sadece iyi bir öykücü ve romancı değil, aynı zamanda unutulmaz bir “mücadele insanı” ve “aydın” yaptığını bu kitapla anlayabiliyorsunuz. 

Taylan Köken

24 Ekim 2025 Cuma

kağnı-ses-esirler...

 

SABAHATTİN ALİ

KAĞNI-SES-ESİRLER / ÖYKÜ-OYUN / YKY / 2019 / 222 sayfa

 

Sabahattin Ali’nin YKY’de yayınlanan “karışık” bir kitabı. İki öykü, bir oyundan oluşuyor kitap. Kağnı ilk kez 1936, Ses ise 1937 yılında yayınlanmış. S. Ali’nin Esirler oyunu ise –sonradan bulunmuş olmalı ki- 1966 yılında yayınlanmış. Bu üç eser Sabahattin Ali Toplu Öyküleri-I olarak yine YKY’de 1997-2003 yıllarında sekiz baskı yapmış. Bu haliyle, yani üçü bir arada haliyle, ilk basım Ekim 2003 tarihinde gerçekleşmiş. Benim elimdeki nüsha ise Ocak 2019 tarihinde 21. baskı…

 

Sabahattin Ali’nin bu karma kitabında oyun için bir şey demeyeyim –beni çok sarmadı- ancak öykü kitaplarını hızla bitirmiştim. Benim en çok etkileyen öyküsü, Kağnı kitabındaki Düşman[ss.66-75] öyküsü oldu. Öykü kısaca şu şekildedir.

 

Polisten kaçan bir düşünce suçlusu[i] gece bir evin bahçesine gizlice sığınır. Sığındığı bahçenin ev sahibi eski bir arkadaşıdır. Arkadaşı varsıllaşmış ve rahat bir hayat sürmektedir artık. Zengin olanı kaçak olmasına rağmen arkadaşını eve alır. Aralarındaki muhabbet zaman geçtikçe kaçağın zengini sorgulamasına sebep olur ve gecenin geç saatlerine kadar konuşurlar. Sonrasında… yok yok, en iyisi siz kitabı alıp okuyun…

 

Bu kitap için, Sabahattin Ali’nin yaşamından kesitler sunan öyküler diyebilirim. S. Ali yaşamadığını yazmamış. Eğer kitaptan ve öykülerden daha fazla ayrıntı istiyorsanız, birazkitap.blogspot.com’un kitap özetlerinden faydalanabilirsiniz…  

Taylan Köken 


[i] Düşüncenin suçlusu mu olur, düşünmek suç mudur?


20 Ekim 2025 Pazartesi

yeni dünya...


SABAHATTİN ALİ

YENİ DÜNYA / ÖYKÜ / YKY / 2003 / 124 sayfa

 

Sabahattin Ali’nin ilk basımı 1943 senesinde gerçekleşen öykü kitabıdır. Kitabın YKY’daki macerası, Sabahattin Ali’nin Toplu Öyküleri-II serisinde başlamış ve 1997-2002 arasında altı basım bu şekilde olmuştur. Toplu öykülerden ayrılarak tek başına basımı bu nüsha ile gerçekleşmiştir.

 

Kitap, Asfalt Yol, Hanende Melek, Çaydanlık, Ayran, Isıtmak İçin, Uyku, Selam, Bir Mesleğin Başlangıcı, Bir Konferans, Yeni Dünya, İki Kadın, Sulfata ve Hasanboğuldu adlarından oluşan 13 öyküden oluşmaktadır.

 

Öyküler hakkında kısa bilgiler verelim:

 

Asfalt Yol öyküsünde; bir öğretmen uzak bir köye tayin olur. Köyün yolu çok bozuktur. Köyün yolunu yaptırmak için çok mücadele eden öğretmen bunu bir türlü başaramaz. Nihayet köye bir büyük adam gelir ve yolda sarsılınca alelacele köyün yolu yapılır. Hızla yapılan yolun ömrü de hızla tükenir ve bozulmaya başlayınca bu kez köylülerin kağnı arabalarıyla yolu kullanmalarından dolayı bozulma olduğu söylenir. Ceza köylülere verilir ve normal yolu değil de arka yolları, dağları tepeleri aşarak kasabaya varmak zorunda kalırlar. Bu kez köylüler öfkelidir ve dönüp öğretmene kızarlar, her şey senin yüzünden diye…   


Hanende Melek öyküsünde; bir handa şarkı söyleyen kadına evli barklı bir adam abayı yakar ve onunla birlikte olmak için neyi var neyi yok onun önüne serer… 

Çaydanlık öyküsünde; hapisteki bir adamın doktorun ikazına rağmen çok düşkün olduğu çayı içmeye devam eder… 

Ayran öyküsünde; Hasan iki kardeşi ve anasıyla yaşayan, zorla geçimini sağlayan bir köylüdür. Bir gün, kışın hava erkenden kararır ve soğuk havada eve dönmeye çalışan Hasan’ın etrafını kurtlar sarar… 

Isıtmak İçin öyküsünde; bir odada kiralık yaşayan adamın ev sahibesi olan kadın çok uyanıktır. Sürekli olarak sesi çıkmayan kiracısını kandırmaya çalışır… 

Selam öyküsünde; bir adam geziye çıktığı bir yerde tıraş olmak için berbere girer. Berber tıraşını yaparken küçük bir kız içeri girip berberden para alır ama bu kız berberin çocuğu değildir… 

Bir Mesleğin Başlangıcı öyküsünde anlatılan öykü, muhtemelen yazarın bir arkadaşının başından geçmiş olmalı diye düşündüm. Bir araştırma için yola çıkan arkadaşlar Koca Recep adında çalgı çengi işinde çalışan kadınları toplayan biriyle karşılaşırlar…   

Bir Konferans öyküsünde yaşanan olayın benzerini ben yaşamıştım. 1980 sonrasında Turgut Özal’ın siyasete atıldığı dönemde SİAR[Siyasi Araştırma] adına gittiğim Samsun ili, Vezirköprü ilçesi, Ağaçalan köyüne anket için yeni girmiştim ki ardımdan MDP[Darbe rejiminin desteklediği askeri parti] adayı köye girmiş, uzunca bir nutuk çekmişti. Köylüler ise oy vermeyeceklerini bile bile ayıp olmasın diye adayı hoş tutmuşlar, alkışlamışlardı… 

Yeni Dünya öyküsünde; köye düğün için gelen bir kadının [kadının adı Yeni dünya’dır] oynaması ile olaylar gelişir… 

İki Kadın öyküsü de Sabahattin Ali’nin köylerden derlemiş olduğu bir hikâye gibi duruyor. Kerim Ağa adında bir var yemezin hikâyesidir anlatılan… 

Sulfata öyküsünde; köylerde doktorun bulunmadığı, ilaca ulaşımınsa çok az olduğu dönemlerde, sıtma hastalığının tek çaresi olan kinin yani sulfata üzerine yazılmış bir öykü… 

Hasanboğuldu ise Kaz Dağlarının çok bilinen efsanelerinden biridir. Sabahattin Ali o zamanlar pek bilinmeyen bu öyküyü ülkemize tanıtmıştır. Belki efsanenin Hasanboğuldu olarak anılmasının sebebi de bu derleme olabilir, neden olmasın? 

Taylan Köken

19 Ekim 2025 Pazar

mahkemelerde...

 

SABAHATTİN ALİ

MAHKEMELERDE / ARAŞTIRMA / YKY / 2019 / 154 sayfa

 

Sabahattin Ali’nin ömrünün önemli bir kısmı mahkemelerde ve nihayetinde mahpus damlarında geçmiştir. Hakkında açılan resmi, gayri resmi soruşturmanın sayısı belli değildir. Artık hayatından bezdiği bir dönemde ise gizemini hala koruyan bir cinayetin kurbanı olmuş, cesedi ancak eşyalarından tanınabilmiştir.

 

Mahkemelerde kitabının içinde yer alan belgeleri, Nüket Esen ve Nezihe Seyhan yayına hazırlamıştır. YKY tarafından ilki 2004 tarihinde basılan kitabın bendeki nüshası 12. baskıdır.

 

Sabahattin Ali’nin karşısında durmuş olduğu mekanizmanın tavrı ve yazarın direncini gösteren, karakolda aynı mahkemede de aynı olan düşüncelerini cesurca ifade eden, hayran duyulacak onurlu bir direnişin satırlarıdır bu belgeler. Yapıtı oluşturan belgelerin elbette çok daha fazlası vardır, olmalıdır. Sabahattin Ali’nin mücadelesini göstermesi açısından bu kadarı dahi yeterlidir.

 

Kitaptaki bazı belgelere göre yazar, hapishanede iken koşulların iyileştirilmesi için de arzuhaller, tespitler kaleme alıyor. Bir kaçına kitabın içinde rastlayacaksınız. Yine belgelerin arasında yer alan bilirkişi raporlarına göre, ülkemizin uğraşmış olduğu gericiliği, yasaklanmaya çalışılan kitapları inceleyen raportörlerin yazılarından açıkça öğreniyoruz. İbretlik belgelerin, günümüzdeki mahkemelerde tekrarlanan ve yarına birçoğu kalmayacak olan belgelerden ne farkı var?

 

Sabahattin Ali, kendisini “Vatan hainliği” ile suçlayan Nihal Atsız’a hakaretten dolayı hapis cezası verdirmiştir. Atsız, -daha da sinirlenmiş olmalı- iftiralarından geri durmadığı gibi her gün dozajını artıran bir üslupla saldırılarına devam etmiştir. Merhumun Atsız’a vermiş olduğu ibretlik cevaplar da bazı mahkeme belgelerinin içinde yer almaktadır.            

Kitaptan birkaç bölümü aktaralım:

 

Ben muallim mektebinden mezunum. Muallimlik damarlarımın içindedir. S.7

*

Bende mefruz cürümler aramak, himayesine sığındığımız vekaletin [M.E.B.]bana üvey evlat muamelesi yapmasıdır. S.9

*

Benim babam asker, babamın babası asker, anamın babası yine askerdi. Bu adamların hepsi bu memleket için kanlarını dökmüşlerdir ve benim şimdi damarlarımda dolaşan kan, bu adamların kanıdır. Benim, bu memlekette, bu memleketi kurtaranlara ihanet etmeme imkan yoktur. S.22

*

İntikam, beşeri hislerin en saklısıdır. S.22

*

Ben haksız olduğum zaman başımı eğmesini ve susmasını bilen, fakat haklı olduğum zaman alnı yukarda bağıran ve hakkını teslim etmeyenlere her ne bahasına olursa olsun onu teslim ettirmek isteyen bir adamım. S.34

*

Bir zamanlar ayrı fikirli olanlara yobazlar gavur diye hücum edemezlerdi. Bugün bu moda değişti, biraz ayrı fikirde olanlar “kominist” diye damgalanıyor. s.46

*

Bu romanın heyet-i umumiyesini bırakıp birkaç sayfasından muharririn içtimai ve siyasi kanaatlerini istidlale çalışmak gayri ilmi bir harekettir. S.73

*

 ….sakın Ali yerine Âli yazdırmasın, bu Âli adı kadar sinirlendiğim kelime azdır. s.87

 

Taylan Köken

14 Ekim 2025 Salı

bu kalem melûn...

 

ENİS BATUR

BU KALEM MELÛN / DENEME / YKY / 1997 / 118 sayfa

 

Enis Batur’un deneme çalışmaları içinde denemeyip de –şimdilik- taslak olarak kalan kitapları hakkındaki notlar, tasarılar, ön-çalışmalar, nadasa bırakılanlar olmak üzere çoğu bekleyen belki de çoğu başkaları tarafından yazılacak olan başlıklar…

 

66 yazılmamış kitap, 66 seçilmiş bir sayı mı, başka bir muamma…

 

Kitaptan devam edelim:

 

Herkesin hayatında köklü bir tutkunun yeri var mıdır bilmiyorum; herkesin yaşamına tutkusu mu yön verir, bunu da – bütün bildiğim, yaklaşık yirmibeş yıldır hayatıma yazma tutkusunun biçim verdiği.

Yazı’nın başı ucu vardır, yoktur.

Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun (riverrun!) başı ucu vardır, olur.  Sf.9

 

*

Bir kitap, bazen başka bir kitabın ölüsü üzerine inşa edilir. Sf.19   

*

Sahne, ses ve ışık düzeniyle sınırlı olacaktı burada: Mutlak karanlıkla oynaşmalar.

 

Yıllar önce bu notu almışım(2012);

Kenan’a not:

Tam da bir savaş sahnesi için düşünülebilecek çok az ışık… tıpkı cephede gibi… karanlığın içinde; konuşmalar, -çoğu zaman- sessizlik, belki yanan sigaraların közlerinin ışığı, o da tenhada, siperin iyice içinde -vurulmamak için… [Bu oyunu 1-1,5 ay çalıştık, kabasını çıkardık, sonra bıraktık ve hiç oynayamadık.]

Başka bir not:

İnsan insanı vurmak için, hayvan da kullanıyor. Abd’li asker güvercini zehirli gaz için, yunus balığını torpilleri bulmak için kullanıyor, mesela… hey gidi insanlık… sf.20

*

Sayfa 28 ve 29’daki “City Lights” ve “Kitap Töreni” başlıkları…

*

Mum, yalnızca plastik bir öğe olarak çekici görünmüyordu bana: Simgesel yanı, varoluşun erime sürecini temsil eden duruşuyla da etkileyici bir işaret sayıyordum onu. “Almanak”a Zaman’ı sorgulama eşiğine neden sonra eklenecekti. Sf.30

 

Mum; tersi de aynı…

*

Katlanma ve Açılma: Mendil metaforu

Nasıl: Bir ana soru/n. Sf.39

*

Notalar artık beyninde uğulduyordu ve hiçbir şey duymuyordu: Mutlak sessizlikten başka.

İnsan, en son yapıtın düşünü görmek, öngörmek isteyebiliyor. Sf.43

*

Deneme: Hezarfen olmak

Bir içekapanışın içyüzü

Bekâret ve Mülkiyet üzerine bir deneme

İkinci düş: Göldeki Ada

Mekân sanrısı için Duygu: Çöl sf.54-56

*

Sayfa 58’deki Moskova 1900-1930 Çatı Taslağı komple başka şehirlere de uygulanabilir. Ayvalık belki, ama zengin birey sıkıntısı olmaz da yazar sıkıntısı had safhadadır. Doğru düzgün bir Ayvalık Tarihi yazılamamasının yegâne sebebinin; kentin tüm maddi birikimine rağmen, sanat üzerine, edebiyat üzerine bir yazar/sanatçı çıkmaması, çıkmamayı bırak kentte bulundur(a)maması/barındır(a)maması denilebilir mi?

*

70’lerin başında okumuş, çok şaşırmıştım: Muzaffer Buyrukçu, taşınırken, koskoca bir romanın elyazmalarını yitirmişti. Sonra, kısa bir metnim, Brezilya’da yazdığım bir gezi metni ‘sırra kadem bastı’, 75’de – olabileceğini, olduğunu gördüm. Sf.60

E.B.’u bilmem, Muzaffer Buyrukçu bile isteye kaybetmiş olabilir mi?

*

Ressam ve yazar, söyleşe gelmişlerdir. Degas değil midir, “ama azizim, şiir duygularla değil sözcüklerle yazılır” uyarısını Mallarmé’den işiten? Sf.72

*

Eninde sonunda hepimiz haritada bir noktada yaşamıyor muyuz? Sf.74

*

Tünel’in içinden Bankalar Caddesi’ne açılan geçmeleri bulup aynı anda iki banka birden soyacaklar. Sf.83

*

Türk şiirinde, şiirde.

Bu gölge, onun gövdesi. Sf.86    

*

Takvimler (Ayvalık üzerine) Kitabı sf.106

 

Taylan Köken

12 Ekim 2025 Pazar

çok bilen çok yanılır...

 

RECAİZADE MAHMUD EKREM  

ÇOK BİLEN ÇOK YANILIR/OYUN/BORDO&SİYAH/2004/116 sayfa 

Recaizâde Mahmud Ekrem’in 1916 yılında yayınlanan eseri, günümüz Türkçesiyle[Kemal Bek] düzeltilerek yayınlanmıştır. Oyunun içeriği ve tiplerin canlandırılması açısından, yazarın en başarılı eseri olarak değerlendirilmektedir. Yalın bir dile sahip olan eserde, konuşmalar ustalıkla düzenlenmiştir. Oyunun öyküsü dıştan betimlenmiş, kişilerin içsel analizlerine girilmemiştir.

Konunun geçtiği yer Maraş’tır. Sinirli ve kinci olan Maraş Kadısı Azmi Efendi, vali paşanın, kıskandığı düşmanı Maraş kaymakamı Edip Efendi’nin kızını oğluna alacağını duyar; bir oyun ederek bu izdivacı bozmak ister ve olaylar gelişir… 

Taylan Köken

10 Ekim 2025 Cuma

ışık...

 

ENİS BATUR

IŞIK / DENEME / NOKTÜRN / 2013 / 156 sayfa

 

Enis Batur’un deneme türündeki bu kitabında, şair ve şiir üzerine yazıyor bu kez. Her zaman olduğu başka şairlerin şiiri nasıl yazdığını, kendi kişisel şiir yolculuğu, şiirini nasıl yazdığı üzerine bir denemeler bütünü. Her kitabında olduğu gibi ucu açık, ucu bucağı uzanıyor bilinmeze…

 

Kitaptan devam edelim:

 

Bir yapıdır da şiir. Tasarlanmış, kurulmuş, yapılmıştır- gelse bile. (Geldiği olur çünkü, bilinir: Çağrılmamıştır, kayıplardan iner, iniverir.)  Sf.9

*

Şiirin söylendiğini, yazıldığını biliyorum. Atilla İlhan sözgelimi, mısra mısra önce zihninde çalıştığını, ezberlediğini söylüyor şiirini. Sonra oturup yazıyor kafasında oluşan şiiri, sonra da üzerinde çalışıyor. Yahya Kemal’den de bildiğimiz bir çalışma biçimi, üslûbu. Dağlarca, her sabah beyaz kâğıtların önüne oturuyor, hemen her gün çalışıyor; tıpkı Victor Hugo gibi. Sf.27

*

Ondan iyi şair azdır da, iyi okur da azdır. sf.48

*

Senin; şiirin

Kaç santim?

*

Arkamda Atıfet ve İlhan Usmanbaş oturuyordu. Sf.71

*

İnsan bir kitap yazarken, kendi başına ve başkalarının başına böyle bir iş açacağı aklına gelmiyor doğrusu. Kitap yazmak, eninde sonunda bir yalnızlık eylemi. Sf.75

*

Ben sert bildirileri severim. sf.81

*

Mimarla yazar, mimarla şair arasında kurulan bağlantı beni çok meşgul eden bir bağlantı. Bir ev inşa etmekle bir bina inşa etmek arasında inanın hiçbir fark yok. Her ikisi de iyi kurulmazlarsa çökerler… sf.85

*

Genişçe bir zaman dilimine yayılıyorsa bir yapıt, onu kuran kişinin ağır ağır kanını kurutuyor, gövdesindeki her organın neredeyse özsuyundan az ya da çok çekiyor. Sf.92

*

Şiir, gerçekten de matematikten farklı bir uğraş değil: Sorunu koyuyor, çözümü arıyorsunuz. Sf.108

*

Yahya Kemal tabii, yolumuz açan odur. 1945-1965 arası yazdıklarıyla Dağlarca, sonra. Ardından, benim için, Necatigil, Ece Ayhan ve Oktay Rifat gelir. Bu beş şair, şiirimizin parametrelerini değiştirmişlerdir. Sf.111

*

Baştan beri aynı şeyi söylüyorum, tenha şiir kavmi için yazmak durumundayız. Sf.115

*

Rimbaud’nun annesine tavsiyesini bin kere andım: Soldan sağa ve yukarıdan aşağı okumak…. Bir metni (şiir, öykü, deneme, roman) hakkını vererek okumak. Sf.121

*

Her şairin bir adası vardır, olmalıdır, ana toprağa oradan bakmak daha doğru bir çözüm gibi geliyor bana. sf.125

*

“Kitap bir ayna gibidir, önüne bir maymun oturursa elbette bir havarinin görüntüsünü yansıtamaz…” Lichtenberg. Sf.131

*

“Bizler, uygarlıklar, ölümlü olduğumuzu biliyoruz.” Valéry sf.136

*

Şiir bilgisi apayrı şey. Şair sayılabilecek her şiir yazarı –bütün şiir yazanları şair saymak kimsenin aklından geçemez sanırım-. Sf.137

*

Hiçbir şiir herkesin olmamıştır, olamaz. Sf.149


Taylan Köken

5 Ekim 2025 Pazar

rakım sıfır...

 

ENİS BATUR

RAKIM SIFIR / DENEME / KIRMIZIKEDİ / 2012 / 192 sayfa

 

Enis Batur’un deneme türündeki bu kitabında daha önce yayınlanmış olan denemelerin tekrar uç vermesi-filizlenmesi üzerine birbirine içene geçen yeni konular yumağı, başka bakış açılarını yansıtan metinler. Yeni yeniden okuma yolları öneren, eski denemelere yeni bakışlar öneren bir krema çalışma.

Kitabın son bölümünde aslında çalışmanın bir tür örgü tekniği gibi iç içe geçmiş, birbirinden bağımsız olduğu kadar birbirine bir o kadar organik bağla bağlı, bağımlı metinler…

 

Kitaptan devam edelim:

 

Yazmanın yola düşmekle bir tutulası yanı bu... Sf.9

*

Tanrı’yı öldürmek bir şey mi, biz çoktan kendimizi öldürdüğümüzü bilmezden geliyoruz. Sf.24   

*

Gazete, leş gibi kokan Dünya gibi leş kokuyor. sf.25

*

Cunda günlerinde, Başka Yollar’ın ve Mürekkep Zaman’ın kimi sayfaları biribirilerine geçmiş, nicedir arkamdaydılar. Sf.40

*

Rumeli’den İç Anadolu’ya, Kandiye’den İstanbul’a uzanan ani ve sert hareketlerin pek az iziyle karşılaştığım için dinlenmeyi yeğliyorum. Zorunlu gidişlerin metruk bıraktığı her evin görüntüsü, ilk kaynağı kaybolmuş bir yankı dolaştırıyor içinde. Sf.41

*

Soru sormayanları kesinkes sevemedim ben. Sf.50

*

“Fotoğraf, lahdi boş kalmış bir kralın odasıdır.” Gérard Macé sf.51

*

Neden yabancı yazar yoktur, diye düşünürüm, bir tek henüz okumadığımız yazarların yabancısıyızdır… s.-f.56

*

Babam 1920 yılında İstanbul’da, yarım yüzyıl önce Girit’ten Bebek’e ve Üsküdar’a iki ayrı kol haline yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Sf.59

*

Yapay yollarla anakaraya bağlanmış adaların, temel özelliklerini yitirmiş olduğunu düşünürüm. Sf.65

*

Sınırları insanları hiçe sayarak çizdiklerini biliyoruz. Sf.77

*

Böyle gelen metinleri her zaman çok sevdim: yalnızca bir giriş kapısı durur karşınızda, aralıktır ve o aralık sizi dayanılmaz bir istek uyandırarak davranmaya çağırır. Kaybolmak, kaybolma olasılığı beni ürkütmez, kaybolmamanın olanaksız olduğunu öğrenmişimdir. Sf.85

*

Akılda tutma yeteneği geliştirilebiliyor sonuçta. Sf.91

*

“Haberlere boğulduğumuz, özlü olanı göremez hale geldiğimiz…” Tarkovski sf.99

*

Suların, denizlerin, okyanusların sıkıştırılmış bir tarihi yazılacaksa, kitabın her sayfası, karnıyarık düzende, ortadan ikiye ayrılmalı: Üstte, rakım sıfır, suyun yüzeyinde dolaşmalı tarihçi, altta, gibi sürmeli. Sf.101

*

“Yaşarken tek sığınak mı bellek?” Vüs’at O. Bener sf.105

*

Ne yazık ki diktatörler ya da zengin hırsızlar için sözümona uygar devletlerin bu hakkı göz göre göre kötüye kullanmayı sürdüklerine tanık oluyoruz. Sf.114

*

Maupassant, akıl sağlığını yitirmeye başladığı dönemde, yakınlarına “beni kendimden ayırın” dermiş. Sf.125

*

Yaşımız ilerlerken görür, anlarız: Geçmişimiz artık geleceğimizden fazladır. Sf.127

*

Biliyordum, en içeride bir noktada kıpırdıyordu şiir. Sf.135

*

Gün gelecek, bunun bir başına, özerk bir corpus yarattığı açıklık kazanacaktır. Sf.150

*

Büyük Kitap, sıra(lama) istiyor. Sırayı kurarken, şüphesiz onun değişmesine açık durma payı ayrılıyor. Sıra bozuluyor bazen. Sf.157

*

Evren bir kitaba varmak için. Sf.161

*

Gövde-göle, ayna ve yansı, ses ve yankı köprüleri kuruluyordu, sussam susacaktı. Sf.174

*

İnsan Doğa’yı, Doğa İnsan’ı, İnsan İnsan’ı kemirecek… sf.207

*

Paris’te berduş=clochard=sokakta yaşayan, yerine öneri:“Sabit ikametgâhtan yoksun”. sf.214

*

Adolf Wölfli, toplumun delirtmek için elinden geleni esirgemediği ben... Sf.237

*

“Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz.” Sf.245

*

Kavramak, öğrenmek, bilmek başka, yaşananları anlamak bambaşka. Sf.246

*

Ayırdığım imgeleri, görüntüleri, belgeleri gördüm ben. Sf.262


Taylan Köken

1 Ekim 2025 Çarşamba

şehren'is...

 

ENİS BATUR

ŞEHREN’İS / DENEME / LİTARATÜR / 2002 / 152 sayfa

 

Enis Batur’un gezip dolaşmış olduğu kentler/yöreler hakkında almış olduğu notlar, yarı-deneme tadında farklı bakış açıları. Batur’un bu Avrupa kentlerine bakışı her zaman olduğu gibi kendine özgü, yazılarını kendi çekmiş olduğu fotoğraflarla desteklemektedir. Kitabın yazılarla paralel hareket eden kolajı, görsel yanı bence yazarın kontrolünde yapılmakla birlikte, Yetkin Başarır’ın Konsept ve Tasarımda işi ele alışı, özgün bir çalışmayla karşımıza dikiliyor.

 

Kitaptan devam edelim:

 

Tıpkı Kavala gibi, şehir başlarken, kötü selamlıyor Selanik de, Türkiye’den geleni: Kuzeyinden güneyine kan damlayan bir Kıbrıs haritası bekliyor girişte. İnsanın, kalmaya görmeye gittiği bir şehirde, ülkede anadilini konuşmaktan korku duyması, pasaportundaki kimliğin başına dert açabileceği endişesini taşıması orada hareket özgürlüğünü, davranış rahatlığını kısıtlıyor her şeyden önce. Sf.9

 

Bu durumu, sınırı, sınırları çizen –çoğunlukla- muhafazakâr kafa yapısını kabul etmiyorum. Sırf bu yüzden Midilli’ye geçmiyorum. Pasaportum Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’i damgası taşıyor diye vize aldığım(!?), para ödediğim yolculuğumun sonunu, liman dairesinde kontrol esnasında beni ülkesine kabul etmeyen zihniyeti reddediyorum. Ben de protesto edip gitmiyorum… Bana hiçbir ülkenin hiçbir kurumu, kendi düşüncesini zorla kabul ettiremez… 

*

Yunancada meteora, yeryüzüyle gökyüzü arasında salınan anlamına geliyor-muş… Sf.11   

*

Her kentin suyu olmalı bana kalırsa, akar ya da durgun suya kıyısı olmayan bir köy, kasaba, şehir farkına varmasa da kurur, zamanla kuruyayazar. Suyun çizdiği, yonttuğu, görkemli biçimler yarattığı Venedik’i, İstanbul’u, Rio’yu susuz kentlerle kıyaslayınca daha iyi anlaşılıyor bu. sf.37

*

İçi doldurulmuş, cansız canlılar. Sf.53

*

Lozan’a, gece çökerken giriyoruz…. Görkemli bir belle époque oteli: Beaurivage (göl kıyısı boyunca sayısız Beaurivage otelinin önünden geçtik bu arada); yanıbaşında Hotel Angleterre, iki yüzyıl önce Lord Byron oturmuş, bir kitap yazmış orada; sonra, göle en fazla sokulmuş yapı, hayalet kulesiyle Ouchy[Uşi] Şatosu. Lozan anlaşması bu şatoda yapılan görüşmelerin sonucunda imzalanmış. Sf.68-69


Taylan Köken

29 Eylül 2025 Pazartesi

üç hikaye...

 

MEHMET RAUF

ÜÇ HİKÂYE / ÖYKÜ / BORDO-SİYAH / 2004 / 130 sayfa

 

Eylül romanıyla bilinen, Türk Edebiyatının öncü yazarlarından olan Mehmet Rauf’un uzun-öykü türende kaleme aldığı üç öyküsünün toplandığı kitap. Mehmet Rauf’un öykü sonlarındaki tarihlere göre ilk öykü 1913, diğer iki öykü 1915 yılında yazılmış. Üç öykünün kitap olarak yayın tarihi ise 1919 yılıdır.

 

Yazar üç öyküsünde, dönemin insanlarının, dolayısıyla toplumun, yaşama ve evlilik kurumuna bakışını eleştirdiği bir yaklaşımı görmekteyiz. İyimser Gerçekçilik ile yazılan bu üç öykünün, Osmanlı’nın son dönem aile yapısına ışık tutan, eleştirel dozu ayarında yapan bir yaklaşım içindedir.

 

Girdâb öyküsü toplum önünde yenilen, iç-meselesiyle kavgalı bir bireyin, o günün eleştirisini yapmasını ele alan bir yapıttır. Maddi imkânlarına rağmen kirasını alamadığı için zor durumda kalan bir genç ev sahibinin, başkaları gibi olup, el etek öpmeye, devleti soyanlardan olmaya, tefeci olmaya karar vermesinin hikâyesidir.   

 

Bir Hüsran Hikâyesi’nde ise 43 yaşına gelen ve artık evlenmesi gerektiğine zorla, kendi kendini ikna eden bir beyin kısmeti 18 yaşında bir tazenin aday olarak belirmesiyle birlikte karmaşık bir hal alır. Tek problem yaş farkı mıdır? Toplumun bu tür evliliklere yaklaşımı, ileriye doğru oluşabilecek zorluklar yazar tarafından irdelenir.

 

Hediyeler öyküsü diğer iki öyküye göre biraz daha uzun yazılmış bir öyküdür. Maddi imkânlarını zorlayarak Boğaz’da bir ev kiralayan orta gelirli bir ailenin evli olan küçük kızı, bir de yeni dul kalmış yaşı geçkin büyük bir kızı vardır. Evin reisi bir şekilde yan konakta oturan bir beyle tanışmıştır. Birbirine ikramlar yapmalar, gelip gitmeler sonucunda dul kız ile zengin komşu arasında bir ilişki doğar.  

Taylan Köken

19 Eylül 2025 Cuma

kazım taşkent ve yapı kredi bankası...

 

SADİ ABAÇ

KAZIM TAŞKENT VE YAPI KREDİ BANKASI / YAŞANTI / YKY/ 2003 / 160 sayfa

 

Yapı Kredi Bankası’nın banisi olan Kazım Taşkent’in hayatı, yaptığı işler, yöneticiliği ve bankacılığı üzerine mütevazı bir çalışma. Kitapta dikkati çeken ilk durum, naif bir dille yazılmış olması.

 

Kitap, temel olarak iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde Kazım Taşkent’in YKB’sını nasıl kurduğu ve ilk 25 yılın bir değerlendirmesi yer alıyor. İkinci bölümde ise bir yönetici olarak hangi felsefeyi uyguluyor, YKB’sını yönetirken hangi değerlere önem verip, diğer yönetici ve çalışanlarından beklentisi konu konu aktarılıyor.

 

Son bölümde Kazım Taşkent’in kendi kaleminden kısa yaşam öyküsü ve birkaç fotoğrafla kitap sonlanıyor.

 

Kitaptan bazı bölümler:

 

1933 yılında, Atatürk ve Celal Bayar Eskişehir’de açılacak olan şeker fabrikasının bulunduğu alanı dolaşmaktadır. Atatürk, Celal Bayar’a; temel ne zaman atılacak diye sorunca, Celal Bey yetkili kişiye soralım diyerek Kazım Taşkent’i yanlarına çağırtırlar. Atatürk aynı soruyu bu kez Kazım Beye sorar; inşaat ne zaman başlayacak? Kazım Bey tereddüt etmeden Nisan başı diye cevap verir ve; kışın toprak donduğu için bu dönemde atılan temellerde problem olduğunu da ilave eder. Atatürk, ne zaman açacaksın diye Kazım Beye sorduğunda, yine hiç tereddütsüz olarak; 20 Ekim, saat 9’da fabrika işletmeye açılacaktır Paşam, cevabını vermiştir. Atatürk pek inanmaz ancak Kazım Taşkent verdiği gün ve saatte Eskişehir Şeker Fabrikası’nı çalıştırmaya başlayacaktır.

 

Aslında bu anekdot kitabın özetidir adeta. Hayatı boyunca disiplin içinde, gece gündüz demeden, memleketine faydalı olabilmek, istihdam yaratabilmek için, sabırla, inançla çalışmıştır Kazım Taşkent. Bu anekdotla başlayan kitabın tamamında aynı çalışkanlığı, sabrı ve en önemlisi disiplini göreceksiniz.

 

Kazım Taşkent, Şeker Fabrikaları A.Ş. üst yöneticisi[umum müdürü] iken, şirket mensuplarının Emekli Sandığı’ndan ayrılırken birikimlerini değerlendirebilmeleri için 1942 Şubatında Doğan Sigorta Şirketi’ni kurar. Bu sigorta şirketi, adından da açıkça belli olduğu üzere Yapı yapmak ve Kredi vermek amacıyla 1944 Temmuz ayında Yapı Kredi Bankası olarak bildiğimiz bankanın kurulmasına ön ayak olur.

 

Kazım Taşkent ise 28 yıllık bankacılığından sonra 78 yaşında emekli olmaya karar verir ve;

 

Değerli arkadaşlarım, Sevgili arkadaşlarım diye başlayan son tamimiyle birlikte, 16 Haziran 1972 tarihinde görevinden ayrılmıştır. Bu tamim, 28 yıllık banka kuruculuğunun, hayat prensiplerinin bir özetidir. Bu bölümü 58. ve 61. sayfalar arasında bulabilirsiniz.  

 

Modern anlamda, batılı bankacılık tekniklerini kullanan yapı kısa sürede disipliniyle sermayesini, dolayısıyla ekonomik gücünü attırmış, ülkemizin sayılı bankalarından biri olmuştur. YKB yalnız bankacılık yapmaz, kültür hayatında da başarılı işlere imza atar. Bankanın sahip olduğu koleksiyonlar, Beyoğlu şubesindeki müze, Yapı Kredi Yayınları’nın ülkemizin en büyük yayınevlerinden biri olması gibi bu konuda da öncülük görevlerini başarıyla yerine getiren bir kurum olmuştur. Sonuç olarak her yönüyle derli toplu kaleme alınmış, Kazım Taşkent’i ve işlerini çok iyi tanıtan bir çalışma.

 

Taylan Köken

15 Eylül 2025 Pazartesi

imgeleri kim dinler?


ENİS BATUR

İMGELERİ KİM DİNLER? / DENEME / YKY / 2004 / 272 sayfa

 

Enis Batur’un bu deneme kitabı, Fatih Albümü ve Mehmed Siyah Kalem ile başlıyor. Sonra peş peşe yerel ve uluslararası ressamlar ve onların bize sanatlarıyla iletmiş olduğu simgelerin, imgelerin peşine düşüyor yazar…

 

Enis Batur yine soruyor, sorguluyor.

 

Kitaptan devam edelim:

 

Son-uç… Sf.37

*

Kim dinler resimleri? Sf.97   

*

Bir sanat yapıtıyla derinlemesine ilişki geliştirebilmenin vazgeçilmez önkoşullarından biri olarak sunuluş biçimini görmem, bana doğal geliyor. Paris’teki Piéce Unique(Tek parça) galerisine hayranım: Sokaktan geçerken, 20 metrekarelik bir alanda birbaşına duran yapıt sizi karşısına mıhlıyor… sf.104

*

Osmanlı uygarlığı, kuldan bireye geçiş sürecinin tamamlanmasına tanık olmadan tarih sahnelerinden silindi. Sf.170

*

Nasıl olsa, birine değilse ötekine, benziyorduk. Sf.197

*

Yazılar silinmiş, silinecek olmuş: Elindeki çekici çivisi, tabletin üstünde dolaşan yazıcının kemikleri toz olmuş. Elden ele dolaşmaz, korunmaz, yeniden üretilmezse her kültürü siler, silecektir zaman. Sf.201

   

Taylan Köken

11 Eylül 2025 Perşembe

bir imparatorluk çökerken...

 

CAHİT UÇUK

BİR İMPARATORLUK ÇÖKERKEN / ANI / YKY / 1999 / 504 sayfa

 

Cahit Uçuk’un çok satanlar listesine de giren, ailesinin hikâyesini anlattığı bu kitabın, YKY’de ilk baskısı 1995 yılında basılmış, benim elimdeki nüsha ise 1999 yılına ait 7. baskı.

Cahit Uçuk, 1909 Selanik doğumlu olup, babası ve anne tarafından dedeleri paşa rütbelerine sahip ailelerdir. Osmanlı’nın bu son çeyreğindeki sıkıntılı dönem, Cahit Hanımın çocukluğuna denk gelmektedir ve devletimiz sürekli kaybederken, aile de kaybetmiştir.

Kitap aynı zamanda ailenin kişisel muhacerat tarihidir…

Selanik’te de yine o tuhaf rüzgârlar esmekte. Gerek benim, gerekse kardeşlerimin çiftliklerine Bulgar ve Rum çeteciler baskınlar düzenliyor. s.36

Selanik’te baskı artmaya başladığı yıllarda Cihat Hanım henüz dünyada değildir.

İsyan doluydu. O Selanik’te doğmuştu. Oradaki Hıristiyanlara Hıristiyan oldukları için değil onlar serbest yaşayabildikleri için hep imrenirdi. Beyaz Kule’de deniz kıyısındaki kahvelerde, gazinolarda kadınlar erkeklerle oturup yer içerlerdi. Hatta buz gibi soğuk biralarını da karşılıklı erkeklerle tokuşturarak içerlerdi. s.43

Cahit Hanım, annesinin bu serzenişini Selanik’te yaşayan Müslümanlar ile Gayrimüslimleri kıyaslamak aşısından vermektedir. Yazar, yaşamına etki eden kentleri çok iyi analiz edip, dönemin şartlarına da dikkat ederek ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak kitap boyunca açık bir dille aktarmaktadır.

Yazar, Hadiye ile Vehbi bölümünde zengin evlerinde evlilik hazırlıklarının nasıl yapıldığını, adetleri tüm ritüelleriyle aktarmaktadır. Bu bölümün ve kitabın ilerleyen birçok bölümünde rastladığımız başka bir özellik ise farklı sınıfsal zümreler hakkında bilgiler de vermesidir…

İttihat ve Terakki Fırkası adı altında yeni bir fırka kurmaktayız. Eski ideal arkadaşlarımızın birçoğu burada. Günler geçtikçe öyle bir parti olacak, öyle bir güçlenecek ki, başımızdaki kimseye dur diyebilecek, onu hizaya getirecek, kuvvetlenecek… s.94   

Evde sadece kadın ve çocuklardan oluşan, korumasız bir aileydiler artık… Müslüman mezarlığının yerle bir olduğunu görmüşlerdi….. Taşları devrilmiş, ortada kalmış bir sürü ecdat mezarı, ilk önce Bulgar sonra Yunan tekmeleri, baltaları ile sökülüp yok olmuştu…. İçinde yaşadığı şehir bilmediği, yadırgadığı, gerçek olduğuna bir türlü inanmadığı başka Selanik’ti sanki. s.173

Aile Selanik’ten İstanbul’a göç eder. Sonrasında: Konakların çoğunun iç hizmetlerini gören aşçılar, yamaklar, uşaklar, ağalar savılmış, cariyeler azad edilmiş ya da çırak çıkarılarak evlendirilmiştir. s.186 

Aile İstanbul’da birkaç ev değiştirdikten sonra, Cahit okul çağına gelmiş ve yabancı bir mürebbiyenin işlettiği özel bir okula başlamış, ancak ülkenin durumu nedeniyle babası maaşını dahi alamaz olmuş, Selanik’ten getirmiş oldukları maddi imkânlar kısa sürede tükenince okuldan ayrılmaya karar verir. Tam da bu zorluklar yüzünden okulun bırakılmasına karar verildiğinde Fransız mürebbiye de ülkesine kaçınca beyi daha fazla devam edememiş okulu kapatmak zorunda kalmıştı. İşte bu dönemde aile dostları Vehbi beyin amcasının oğlu olan Balıkesir Taridat Müdürü Cemil Bey aileyi rahat geçinebilmeleri için Balıkesir’e davet eder. Ailenin artık yeni günleri Balıkesir’dedir. Aile burada çiftlik yaşamına geri döner, eker, biçer, en azından ürettikleriyle karnını doyurabilmektedir artık. İstanbul işgal altındadır, aile babasının topraklarına yakın bir yerde görevlendirilir ve Hekimhan’a yerleşir. Kurtuluş Savaşı’nı burada geçiren aile Cumhuriyet sonrası Antalya’ya geçer ve yazar anılarına bu son durakta nihayete erdirir.

Cahit Uçuk’un anlamlı anılarının çok naif ve akıcı bir dille kaleme alındığını, dönemin ağır koşullarını başarılı bir şekilde yansıttığını ve çok rahat okunduğunu dikkatinize sunmak isterim.

Ps: Aile Selanik ve elbet Balıkesir’de de Ayvalık zeytinyağı tüketmektedir… Kitapta, Ayvalık’ın adı zeytinyağıyla iki kez yer almaktadır.

Taylan Köken

9 Eylül 2025 Salı

gövde'm...

 

ENİS BATUR

GÖVDE’M / DENEME / SEL / 2007 / 268 sayfa


Enis Batur özel ansiklopedisinin yedinci kitabı; Gövde’si üzerine. Gövde üzerine, gövdelerimiz üzerine, beden üzerine, el, ayak, kol, bacak, yüz, göz, kulak ne varsa vücudumuzda bir bütün oluşturduğunda beden olacak şekilde… Vücut, beden yazar tarafından ameliyata yatırılıyor. Kendi gibi ameliyata giren nice yerel-dünya yazın insanıyla birlikte, elele kolkola paramparça ediyor bedeni; hiç acımadan…

 

Kitaptan devam edelim:


Benzemek, benzememe payını gerektiren bir durumdur. 
Sf:12

*

Ahlak, bana doğamı yadsımamı öğretir. Sf:16

*

Giyim kültürü ve moda, gövdemi kullanmıştır hep: Onu kurar, esirger, açığa vurur, hatta açıklarlar. sf:17

*

Soyunmak, belli bir noktada arınmışlığı simgeliyor elbette. Sf:19

*

Ey ölü, sen benim asla sahip olamadığım ve olamayacağım şeye sahipsin: İşte bu bedene. Sf.21

*

Genç gövdenin yaşlanma hızının ne ölçüde yüksek olduğunu bilmeden, fark etmeden yol alır insan. Belki de bundan, pek çok yaşlıda ölüm düşüncesi de ağırlaşır.  sf:29

*

Deliksiz ve uzun. Bunun, vicdanımın rahatlandığını kaynaklandığını söylerim. Eşim tam tersi kanıda: Vicdansız olduğum için böyle uyuduğumu söylüyor. Sf:44

*

Çin’de anayasal bir haktır çalışanın siesta yapması… sf.45

*

Şeytan tırnağı üzerine: Tek koşulu vardır bu anlamsız uç verişin: Nasıl gelmişse, öyle, nedensiz, çekip gidecektir. sf:69

*

Büyük yağmurlar geniş çölleri tutar. Kimse yokken, sessiz ve derin sağanak geçer koyaklarımızdan. Hiç ağlamayan insanlar vardır: Onların içini sarkıtlar dikitler kaplar. Sf.74

*

“Yazmak, tıpkı kaşınmak gibi” diyor atam. 

“Hem keyif, hem acı verir.” Sf:82

*

Yazma sancısı ayrı bir şeydir, yazamama sancısı apayrı şey. sf:87

*

Şiiri kurusun… sf.95

*

Anımsıyorum nasıl unutulur, konser boyunca Bilge [Karasu], başını öne eğer, gözlerini yumar, dinlerdi. Bu da bir yol. Sf.103

*

Peygamberin ayağı, kulun izlemesi gereken tek yönü işaret eder. Nereye yürüyeceğinizi bilin. Sf:138

*

Termossos’taki görkemli taş ayak bir inanç simgesiymiş. Sf.139

*

“Ayak ölüme giden bir organ…” Primo Levi sf.141

*

Ölümün sessizliği oysa bambaşka… sf.170

*

Elverişsiz koşullarda, hemen hep bekâr yaşayan Ece Ayhan iki ay evimde kaldı, biraz şaşırmıştım çok temiz olduğunu görünce, çamaşırı bile eliyle yıkardı. Sf.176

*

Bilebildiğimiz kadarıyla, yeryüzünde, kendi türünün, başka türlerin üzerinde işkence uygulama eğilimi taşıyan tek canlı insan. Sf.205

*

Bütün yasaklar baş’tan doğar, vücuda yayılır. Sf.249

 

Taylan Köken