OĞUZ AKAY
ATATÜRK’ÜN SOFRASI/ARAŞTIRMA/TRUVA/2016/240 sayfa.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı, siyaseti,
savaşları ve mücadelesi birçok araştırmaya konu olmuştur. Toplumda en çok merak
uyandıran özel yaşamı ise popüler tarih anlayışına uygun olarak bazı çalışmalarla yeniden ele alınmaktadır. Günümüzün ve geçmişteki sağ siyasi kültürün
en çok mesele yaptığı konulardan biri; Gazi’nin -içki- masaları olmuştur…
Atatürk devrimlerini, yönetimini sindiremeyen ve kabullenmeyen bu grubun tipik davranışı
olan özel yaşama saldırmasının sebebi; o lideri fikri olarak yenemediklerindendir.
Yenemiyorsan zayıflat, toplumdaki imajını zedelemeye çalış; evet, bu kifayetsiz
siyasetin temel düsturu budur…
Atatürk’ün
Sofrası kitabı aslında tam da amacına uygun bir tanımlamayla çıkmıştır. Merhumun
sofrasında sürekli olarak içki içilmezdi... Yemek masalarının kurulmasının asıl
amacı yapılacak olan devrimlerin ve siyasi hamlelerin toplumca nasıl
karşılanacağını, kendi düşüncesinin dışında farklı fikirler varsa onları dinlemek
ve tartmak için kurulan sofralardı. Atatürk’ün sofrasında toplantılar kimi zaman sabaha
kadar sürer, zaman zaman içki de içilir ancak kimse bu masada kendini
kaybetmezdi. Hele konu ciddi bir mesele ise masada sadece kahve içildiğini,
alkolün masada asla yer almadığını Dr. Tevfik Rüştü Aras’ın anılarından
öğreniyoruz.
Atatürk’ün
Sofrası adıyla Truva Yayınları tarafından yayınlanmış ikinci bir çalışma daha
var. Diğer çalışma İsmet Bozdağ’a ait bir çalışmadır. Elimizdeki kitapta anlatılan anılar ve yorumların çoğu Atatürk’ün yakınında olan çalışma
arkadaşlarının yazmış olduğu hatıralardan derlenmiştir. Sanırım İsmet Bozdağ’ın
çalışması da benzer bir yöntemle yazılmış olmalı.
Kitaptan aktarımlarla Atatürk'ün sofrasında nelerle karşılaşabileceğimize bir bakalım:
Atatürk’ün masasında elbet müzik de dinlenmektedir. Sevdiği türküler, Türk sanat müziği besteleri vardır. Kız kardeşi Makbule Atadan’a göre Atatürk şu besteyi çok severmiş:
Cana rakibi handan edersin,
Ben bir nevayı giryan edersin,
Biyanelerle unsiyet etme,
Bana cihanı zindan edersin ... s.15
Atatürk İzmir’i
severdi… Sanırım İzmir’de memleketi Selanik’in havasını hissederdi. Bir gün Nif’de(Kemal
Paşa) kaldığı bir gece, etrafındaki kişiler Ata’nın neşeli olduğunu görünce
tepsi içinde içki ve birkaç meze getirirler, ancak Ata bu ikramı geri çevirir. Yanında
bulunan Ruşen Eşref Günaydın’a, bir gece Beşiktaş Akeretler’deki evinde benzer
bir tepsiyle içki gelince neler söylediğini hatırlatır:
Benim adım çok içki içer diye çıkmıştır. Bunu siz de duymuş olacaksınızdır. Filhakika (gerçekte) ben, öteden beri içerim; içkiyi severim. Fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını ağzıma komam. Vatan işlerime içki karıştırmam. İçki, sadece benim keyfim içindir. İçki yüzünden vazifemi bir an geri bıraktığımı hatırlamıyorum. Daha gençken, manevralara çıkılmadan önce, muhabbete dalarak sabaha yakın zamanlara kadar içsek bile, ben bazen hiç uyumadan saatinde doğrudan doğruya vazifem başına gider ve görecek işimi bir dakika geri bırakmazdım. İçki ve vazife iki ayrı şeydir. Birbirine tesiri dokunacak yerde vazifeyi elbette keyfe tercih etmeli, vazifeye tesiri dokunursa, içkiyi behemehal (mutlaka) kesmeli. s.47
Günümüzün içmediğini
(iddia eden) söyleyen siyasilerine baktığımız zaman, Atatürk’ün ne kadar
disiplinli bir lider olduğunu bu satırlardan ve de kitabın tamamında aktarılan
birçok anıdan anlayabiliyoruz. Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün sofrasında her
şeyin konuşulduğunu söylerken (s.74-75), Arnold Toynbee ve Ali Kılıç, sofrada
hakimiyetin tamamen Ata’da olduğunu belirtmekteler ve o sofraya kolay kolay kimse oturamamaktadır(s.75-78,79) demektedirler. Kitabın ilginç
bir bölümü ise Ali Kılıç’ın hatıralarından evlilik dönemindeki akşam sofraları
anılarıdır (s.80-82).
Atatürk’ün sofra
kültürü oldukça basittir aslında:
Bir lokma
ekmek, bunu birkaç yakın arkadaş ile oturup beraberce yemek ve içmek bana
kafidir, demektedir Ata’mız… Ali Kılıç s.87.
Kitabın bir
başka bölümünde ise Atatürk’ün sevmiş olduğu türküler ve şarkıları Ali Kılıç
hatıralarından aktarmaktadır. Rumeli türküleri onda farklı duygulara sebep
olurdu, özellikle Vardar Ovası türküsünü çok severdi. (s.90-94).
Gene
eğlenmek için, pek nadir olarak, arkadaşları ile tavla oynadığı da vakidir. İçki
olarak rakıyı tercih ederdi; başka içkileri, mesela bira, şarap, viski ve
şampanyayı nadiren içerdi. Baş mezeleri leblebi, beyaz peynir ve kavundu.
İçkiden sonra behemehal (mutlaka) yemek yerdi. Hasan Rıza Soyak s.135.
Uzun gecelerde
bazen sofradan kalkıp yemek için mutfağa geçer, gece için hazırlanan onca
yemeği bir kenara bırakıp çok sevdiği kuru fasulye-pilava yönelirdi… Enver
Kezer s.180. Acıkınca bazen iki yumurta kırıp, sadece ekmekle karın doyurma işini kolayca hallettiğini de kitaptan öğreniyoruz.
Kitabın bir
bölümünde Atatürk’ün ziyaret ettiği bir ilde akşam yemeği için sofra kurulur. Sofraya
isteği üzerine içki de gelir. Müzik çalınır, sohbetler yapılırken yöre halkı da
Atatürk’ü merak edip kapıya yığılmaya başlar. Ev sahipleri halktan rahatsız
olmaması için kapıyı kapatmaya çalışınca Atatürk müdahale eder ve kapıyı
kapatmamalarını söyler. Atatürk hiçbir zaman halktan bir şeyini sakınmamış,
gizlememiş, ne yapıyorsa onların gözü önünde yapmıştır. Aksi olduğu zaman hasımları
hakkında olmadık iddialarda bulunmuş, kulaktan kulağa asla yapmadığı, yapamayacağı şeyler, yapmış gibi dedikodu
olarak yayılmıştır. Bu yüzden Atatürk davranışlarında bir kısıtlamaya gitmeden
içinden geldiği gibi davranmaya ve hiçbir şeyini gizlememeye gayret etmiştir. Yukarıda
bahsetmiş olduğumuz ilde de kapıda biriken halk bir süre masaya bakıp; He paşa
içki içiyor, diyerek umursamadan omuz silkip oradan ayrılmışlar ve kısa bir
süre sonra meraklarını giderenler çekilince Atamız masadakilerle baş başa kalmıştır…
Aslında Atatürk'ün Sofrası; basit yemeklerin yendiği, içkinin sohbet için içildiği bir dost meclisidir... Sadelik tıpkı hayatında olduğu gibi sofrasına ve yediği yemeklere dahi yansımaktadır. Kısaca Gazi Mustafa Kemal Atatürk göründüğü gibi yaşamıştır...
Taylan Köken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder