ZİYA GÖKALP
TÜRKLEŞMEK İSLAMLAŞMAK MUASIRLAŞMAK / ARAŞTIRMA
/ BORDO-SİYAH / 2004 / 109 sayfa
Ziya Gökalp’ın toplumbilim üzerine yazmış olduğu üç
araştırma kitabından sonra kaleme aldığı inceleme kitabıdır. 1918 yılında
yayınlanan kitaptaki düşünceleri, 1923 yılında yayınladığı –meşhur eseri- Türkçülüğün Esasları kitabından
farklılık arzetmektedir.
20. yüzyılın başında Osmanlı Devleti dağılıp, son günlerini
yaşarken, toplumun ileri(ci) kısımları, Batılı değer yargılarını kabullenmiş ve
benimsemiş görünmektedir. Özümseme meselesi bu satırları konusu değildir.
İslamcılar/ümmetçiler ise Ulusçu düşünceleri kökten reddetmektedirler.
Türkler/Türkçüler ise yeniden var olmanın tek koşulu olarak Ulusal Devlet
olmanın tek koşul olduğunu savunmaktadır.
Ziya Gökalp, -halen birbiriyle kanlı bıçaklı olan- bu
görüşlerin çağdaşlaşma için bir araya geleceğini savunan çalışmasını kaleme
almıştır. 1923 yılına geldiği zaman yazar Türkçülüğün Esasları kitabında tek
çıkar yolun, “Türk” kavramı üzerinde dil, eğitim ve siyasi birliğin sağlanarak
Ulus Devletin ancak bu şekilde var olacağını savunmuştur.
Gökalp, önce Üç
Düşünce Akımı bölümünde kitabın başlığında yer alan; Türkçülük, İslam ve
Çağdaşlaşma kavramını basit bir dille açıklıyor. [Bu arada kitabın tamamı, çok
sade, kısa cümlelerle, konuşur gibi kaleme alınmıştır.]
Dil başlığında, Ulusçuluk, Ümmetçilik ve Çağdaşçılık akımları
artık dil bütünlüğünün önemini kavramıştır demektedir.
Gelenek ve Kural bölümünde ise Osmanlı’nın kurumlarında bir bütünlük
olmadığı ifade etmektedir.
Gelişmeden doğan kurumlarımızın tarihsel bağlantılarını
sağlayarak canlı gelenekler durumuna getireceğimize, bunları bir yana atarak
her ülkeden “tarih”siz, “gelenek”siz kurallar biçiminde kurumlar almışız.
İngilizler kuralsız bir ulustur; ama tarihsel bağlantılar,
gelişme bakımından bilinen gelenekler, en çok İngilizlerde görülür. İngilizleri
geliştiren, gelenikçiliktir.
Biz Türkler kuralcı, ama geleneksiz bir ulusuz. s.41.
Kültür Topluluğu,
Uygarlık Topluluğu bölümünde, konu
toplumbilimsel açıdan incelenirken, Fransız bilim insanlarından örnekler
vererek tartışılmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki tüm bu fikirler yazıldığı
dönemin tartışmaları ve bilimsel çalışmalarıyla değerlendirilmelidir.
Biz Türkler, çağdaş uygarlığın akıl ve bilimiyle donanmış
olduğumuz halde bir “Türk-İslam” kültürü yaratmaya çalışmalıyız. s.55.
Ziya Gökalp, 100 yıl önce bunları yazarken, günümüzün
erklerinin Abdülhamid’in eteğinde dolaşmaları ne kadar ironiktir.
Gökalp, Türklüğün
Başına Gelenler bölümünde, Osmanlı’nın kurucusu olan Türklerin, devlet
büyüdükçe nasıl itildiğini, hor görüldüğünü, yok farz edildiğini belirtirken,
dilimize yerleşen Türklükle ilgili hakaret cümlelerinden bazılarını sıralar.
Osmanlı içinde filizlenen birçok ulusalcı akımların dayandığı en büyük düşünce
ve akımların ortak noktası; Türk düşmanlığıdır. Kim kendi milliyetçiliğini
övüyorsa, önceliğine Türkleri almakta ve onları hor görerek işe başlamaktadır.
İstanbul, Saray sanki Türk değildir…
Türk asıllı olan birçok genç Arnavutlukla, Araplıkla ya da
Kürtlükle övünüyorlardı. Türklükle övünen tek bir kişi yoktu. “Türk” sözcüğünü
ayıplı sıfatlar gibi kimse üzerine almıyordu. “Türk” Doğu Anadolu’da
“Kızılbaş”; İstanbul’da “kaba ve köylü” anlamlarına geliyordu… s.60
Ziya Gökalp, bir ülkenin kurucusu olan milletin, o ülkenin
diğer tüm unsurları tarafından dışlanarak, hakarete uğramasının, dünyada hiçbir
ülkede örneğinin bulunmadığını belirtirken, çözümü; Çağdaş bir İslam Türklüğü(s.66) olarak belirtmesi ilginçtir…
Eğitim bölümünde İslami eğitimin çağdaş olabileceğini tüm
iyimserliği ile düşünmekte ve savunmaktadır…
Ülkü bölümünde ise yazar, ulusal bir kimlik olarak konuya
bakmaktadır. Bir ulusun ülküsü zor günde ortaya çıkar, gerektiğinde o toplumun
kurtarıcısı olur.
Bir ulus tehlikede kaldığı zaman, onu bireyler kurtaramaz; ulus, kendi kendisinin kurtarıcısı olur. s.77
Türk Ulusu ve Türan bölümünde Gökalp;
Türan, Türklerin tümünü içine alan ve Türk olmayanları
dışta bırakan ülküsel yurttur. Türan, Türklerin oturduğu, Türkçe’nin konuşulduğu
bütün ülkelerin toplamıdır. s.90
Kitap, Ulus ve Yurt,
Ulus Ülküsü, Ulusallık ve İslamlık bölümleriyle devam eder.
Yazarın Ulusallık ve Ümmetçiliği aynı potada eritmeye
çalışması ise; 100 yıldır konuyu tartışan, tartışa tartışa suyunu çıkaran ve bir
adım ileri gitmediği gibi, ne ümmet ne de ulus ol(a)mayan, her kurumu, her
siyasi ile emperyalizmin emrinde olan bir devlet olabileceğini öngörememiştir.
Bu düşüncelerin halen savunulması ise bizim başımıza özellikle musallat edilen
sözde düşünce akımlarıdır.
Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf edilen basit bir
söz uygulanabilseydi, bu canım ülkem halen muasırlaşmak
için çaba göstermezdi: Eğer
bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin…
Taylan Köken

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder