14 Nisan 2012 Cumartesi

musa da böyle buyurdu...

sedat memili
musa da böyle buyurdu/araştırma/kaynak/2000/119 sayfa

Kutsal kitaplardan ilki olan Tevrat ekseninde, dinin terörü tetikleyen etkilerini araştıran, kısa ve ilginç bir kitap. Özellikle Tevrat öncesi mitolojik düşünce ve bu düşünce yaklaşımının Tevrat’a yansıması, bu yansımanın günümüzdeki etkileri ve bu etkiyi benimseyen emperyalist baskı sistemleri üzerine özetleyici bir bakış açısı kayda değer... Kitabı beğendim. Kaynak yayınlarında yayınlanan diğer kitaplarını da peşi sıra okuyacağım.      

NOTLAR:
Dinler tarihi boyunca her inancın tanrısı, kendine inananları “en üstün millet olarak, diğerine efendi” tayin etmiştir. Her millet farklı tanrıya inandığı için de, doğal olarak birbirine düşman olan milletlerin yaşadığı bir dünyada bulduk kendimizi. Oysa dinsel inançlar, kirlenmiş aklın ürünü olarak, mülkiyet duygusunun tatmini için manevi bir silah olarak kullanmıştır. Sf:10

Önce “yokluk” vardı.
Yokluk içinde evreni yaratacak bir güç var.
Sırası bazı mitoslarda değişmek üzere, ışık, yeryüzü, gökyüzü, denizler ve diğer canlılar yaratılmıştır.
İnsan, Tanrı’nın sureti olarak yaratılmış ve Tanrı üfleyerek ona can vermiştir.
Kadın ise erkekten sonra ve erkeğin kaburga kemiklerinden yaratılmıştır.
Tanrı’nın evreni yedi günde yaratması birçok mitolojide işlenmiştir.
Daha ilerideki aşamalarda göreceğimiz gibi, yavaş yavaş soyut kavramların yaratılışına gelecektir sıra. Sf:14-15
*
Tektanrılı dinlerin yazılı ilk kitabı olduğu iddia edilen Tevrat, mitolojik olaylar ile Yehova, dinin yayılışındaki sürecin bir sentezinden başka bir şey değildir. Anlatılan olayların birçoğu, farklı kültürlerdeki mitolojik olayların yazılı şeklidir. Sf:15
*
Mitolojilerin etkisi ile dine dayalı bir çok ritüel, “Önce hiçbir şey yoktu” diye başlar. Yani yokluğun var sayılması ile başlar. Gerçekte yokluk var mıdır?
Evren ilksiz ve sonsuzdur, var edilmediği gibi yok da edilemeyecektir.
Bu nedenle, dinsel anlamlı “yokluk”, varlığın karşıtı değildir. Sf:16
Her insan gibi ben de dönem dönem yıldızlara bakıp, neyim, etrafımda olanlar nedir sorusunu kendi kendime sorarım. Ne kendim, ne bunca okuduğum kitap, ne de dinsel kitaplar bu soruma, adam gibi çözüm üretebilmiş. Bir yerde gelip tıkanıyor her şey. Bu yüzden “kabullenme” edimi gerekiyor. Nasıl kabul edildiği ise, her bireyin kendi bireysel çözümü... Başka ne yapabiliriz ki, kabullenmenin haricinde?
*
Teknik ilerleme dediğimiz şey, nesnel ilişkileri çözmek; çağdaşlaşma dediğimiz şey ise, bunu insanlaşma sürecinde kullanmaktır. Sf:18
*
Metafizik felsefenin savunucuları, dinsel inançlara uygun olduğu için “yokluğun varlığını” savunadursunlar, 12. yüzyıl İslam filozoflarından İbn-i Rüşd yokluğun yokluğunu kabul etmiştir. “İlk madde yaratılmamıştır, sonradan olma da değildir. Onun için yaratılmış kavramı kullanılamaz. Bu niteliği dolayısıyla ilksiz ve sonsuzdur, yok olmayacaktır. Varoluş geçmişten geleceğe uzanan bir akıştır.” Rüşd bu görüşleri ile İslam dünyasında ateist olarak nitelendirilmiştir. Sf:19
Çözümü hiçbir zaman, dinsel düşünce içinden çıkaramazsınız. Çünkü “kesin itaat” dinlerin olmazsa olmaz tıkanıklığıdır. 12. yüzyılda yaşayan bir “felsefeci” karmaşayı kabul ediyor ve dışlanıyor. Galileo’da aforoz edilmişti, dünya dönüyor dediğinde. Algılama gelişimi için insanlık daha nereye kadar gelecek...
*
Yehova insanların canını almaya yetkili tek varlıktır. Bu yetkini kaynağı, canı kendisinin vermesidir.
“Ve Rab yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi.” Tekvin, Bap2:7
Hançerlioğlu; ilkel kavimlerden bugüne kadar “ruh” teriminin; uçucu gaz, yel, soluk, yelli hava, rüzgar, nefes gibi anlamları içerdiğini belirtmiştir. Sf:19
İnsanın yaratılışında, bir kavram kargaşası vardır. Tevrat da insan dünyada (yerin toprağından!) yaratılmıştır. Oysa Kuran’da insan Cennette yaratılmıştır.. ??????
Bir önemli kavramda insanın ruhunun hava ile bağlantılı olması. Böyle uçucu bir şeyin, bunca somut ve önemli konuları çözememesi de kayda değer bence...       
*
Halkın mutluluk ve refahı için, kral ve rahipler öldürülür. Bu durumu ile; kral, halk için vardır. Elbette bu ilkel bir davranış biçimidir. Fakat, çoktanrılı dinlerden sonra tektanrılı dinlerin yazılı kitapları, halkların, krallar için var olduğunu söyleyecektir. Sf:22
Benim insanoğlunda tek kabullenemediğim şey, devlete, tanrıya veya herhangi bir erke karşı, kesin itaat edilmesi... İtaat etme demiyorum, bu da başka bir terör çeşididir. Yalnız sorgulama yapmadan bunu yaparsınız, kabullenemiyorum... Ac’z, en büyük suç gözümde...
*
Her Tanrı, kendine inanları en büyük zürriyet, inanmayanları ise düşman görmektedir. Ve her Tanrı, kendine tapanlara sınırlarını belli ettiği topraklar vaat etmiştir.
Küçük Tanrılara sahip olan bütün bu ulusları tektanrı düşüncesi altına toplamak, elbette onları yönetmek için büyük kolaylık olacaktı. Bunu önce Mısırlılar denedi ve tektanrıcılığın temelleri atıldı.
 Bilim adamları, inanılan üç yüz milyona yakın Tanrı saptamışlardır.  Sf:23
Eğer tanrı var ise, neden toteme tapan Eskimolara, Afrikalılara, Amerikan yerlilerine elçi göndermemiş. Ve bütün elçilerini hemen hemen aynı soydan ve ırktan olan ve aynı coğrafya üzerinde yaşamış olan belli bir zümreye gönderiyor. Çünkü tektanrı Mısır’da başlamıştır da ondan.
*
Önce bir tasarım olarak ortaya çıkan ruh, sonra açıklama, sonra inanç ve sonra da egemen güçlerin sömürü aracına dönüşmüştür. Ruh, mistik düşüncenin olmazsa olmaz kavramıdır. Çamurdan olan nesneye can veren Tanrı olduğuna göre, bu canın tasarruf haklarının tamamı da Tanrı’ya ait olacaktır. Ama bu tasarruf hakkını soyut varlık kullanmayacağına göre, onun adına yönetici sınıf bu hakkı kullanacaktır. İnsanın varlığı üzerindeki tasarruf hakkı, dinlerin en önemli varlık sebebidir. Sf:24
*
Rabb’ın üflediği nefesle can bulan insanla Tanrısı arasındaki ilişki, sadece Tanrı-kul ilişkisi değil; aynı zamanda eşya-sahip ilişkisidir. Bir çok sorunu mülkiyet kavramı içinde çözmeye çalışan Yehova, doğal olarak insanı da bir eşya gibi görmüştür. Yehova, insana can verdiği için, insan yaşamı üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Sf:24
*
Musa’nın kitabı Tevrat’ta alabildiğine ölüm cezaları vardır. Suçlar, ferdi yapıdan çıkmış, bir insanın suçu için bir şehir halkı yok edilmiştir. Dokunulmazlık ise, değil uygulamak, düşünülmesi bile günah sayılmıştır. Egemenliğe gelince, Tanrı kimi dilemiş ve mübarek kılmışsa sadece egemenlik değil, tüm varlıklar onundur. Sf:30
*
Yehova iyilik ve kötülük bilme ağacını yasaklamıştır. Yasaklamasının sebebini şöyle açıklamakta: “Çünkü, ölürsün.” Yarattığı ilk insanın karşılaştığı ilk yasak ve ilk ceza; ölüm.  Yehova, koyduğu yasak karşısında insanın varlık nedenini ortadan kaldırma ile tehdit ediyor. Evrene yeni gelmiş, iyilik ve kötülüğü bilmeyen, yani benzetme yerindeyse, daha hiçbir zihinsel faaliyeti olmayan insana “yasak” koyuyor ve uymaması halinde “ölüm” ile tehdit ediyor. Egemenliği altında bulundurduğu yaratma ve can verme eylemini her an “yok etme”ye dönüştürebileceğinin ilk mesajlarını algılıyoruz burada. Sf:31
*
Yılan açıkça Yehova’nın yalan söylediğini bildiriyor. Burada imgelerin kullanılmış olması, Yehova’nın yalan söylediği gerçeğini değiştirmez. Çünkü, iyiyi ve kötüyü bilmenin Tanrısal bir nitelik olduğu düşüncesinde bulunan Yehova, başka Tanrılar istemiyor. Sf:32
*
Her şeyi yaratan ve her şeyin iyisini ve kötüsünü bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’nın neden şeytanı ortadan kaldırmadığı, tektanrılı dinlerin en büyük çelişkisidir. Sf:32
Evet neden şeytan var olmuştur? Neden insanoğlu, direk dürüst, saf ve temiz duygular ile bu dünyaya gelip, öyle geri dönecekken, neden bir imtihan stresi yaşamak zorunda bırakılmıştır, ömrü boyunca... Var olanı, isimlendirmekten başka, ya da başka anlamlar yüklemekten başka bir şey değildir din kavramı. İnsanın içinde olan iyilik ve kötülüğe bir kılıftır din. Tanrılar ise zavallı piyonudur, bu hırsın...
*
Kötülükleri yaşadığı nesnel koşullarda aramayan ya da arması önlenen insanlık, nedenleri gökyüzünde ve soyut kavramlarda aramıştır.

Taylan Köken

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder