İLBER ORTAYLI
İMPARATORLUĞUN EN UZUN YÜZYILI / TARİH / HİL Y./
1987 / 236 sayfa
Osmanlı’da Batılılaşma
akımları 18. yüzyıldan beri vardır. Avrupa Aydınlanma Çağına koşut, özellikle
imparatorluk başkentinde Dimitri Cantimir öncülüğünde bir grubun
organizasyonuyla az sayıda da olsa bir çaba vardır. Bu çabalar Tanzimat
Fermanıyla birlikte gelişen olaylar izleyecek, Osmanlı İmparatorluğunun
yıkılışı ve Türkiye’nin kuruluşuyla sonlanacaktır. Tüm süreçte Batılılaşma
kavramı tartışmaların odağında olacaktır.
İlber Hoca kitabında
Osmanlı’nın en zor günlerini, o tarihte yaşanan gelişmeleri akıcı bir üslupla,
tarihi kitaplardan hoşlanmayanların dahi dikkatini çekecek sadelikte
aktarmakta.
Kitap içinde bizi
ilgilendiren birçok önemli nokta olduğu için geniş bir özetle kitabı
değerlendirmeye çalışacağız.
***
Osmanlı
insanı 18. yüzyıldan beri bulunduğu mekânı ve zaman çizgisini başka bilinçle
görmeye, dünya tarihini ve coğrafyasını tanımaya başladı. 18. yüzyılın Osmanlı
okuryazarları arasında artık bir tür aydın zümre doğmuştu. Sf:13
18. yüzyılda bu aydın
zümrenin ortaya koyduğu, tartışmaya açtığı “Batılılaşma” kavramı II.
Meşrutiyet’ten günümüze kadar tartışılmaktadır. Bu konu tarihçilerin,
aydınların, yarı aydınların kafalarında, kendi tanımını yaptığı bir konudur.
İnsanlar istediği şekilde, siyasiler ise kendi ideolojilerine göre konuyu çekip
çevirmekte ve malzeme yapmaktadırlar. Batı yalnızca Hıristiyanların oluşturduğu
bir din birliği midir, dil birliği midir? Yoksa ortak yaşanan bir tarih ve
kurumlar çerçevesinde şekillenmiş bir uygarlık mıdır?
Batı
uygarlığı denen bir uygarlık var; değişik dil konuşan, aynı kıta ve hatta aynı
kıta üstünde değişik iklimlerde yaşayan bu grupların ortak başat özellikleri
var. Sf:15
Osmanlı kendi
topraklarına Dar’ul İslam yabancı
topraklara ise Dar’ul harb derdi.
Kendi topraklarında yaşayan yabancılara ise Zımmi
denirdi. Zımmiler ehl-i kitaptır,
yani Hz. İbrahim’in öğretisinden kaynaklanan dinlerden birine mensup
olmalıdırlar. Sf:17 Zımmiler arasına tanımlayamadıkları zümreleri de
katmışlardır. Örneğin, Zerdüştiler, yine Harran’daki Sabian (Sabiyyun) cemaati
gibi. Sabian’lar yıldızlara tapınan astrolojik bir dinin üyeleridir…
Düşünürler Dar’ul İslam
içinde yaşanan uygarlığı bir İslam Medeniyeti olarak değerlendirmez. Kaadi
Ahmed el Andalusi’ye göre medeniyeti yaratan kavimler şunlardır: Arablar,
Hindliler, İranlılar, Kaldaniler, İbraniler, Yunanlılar, Mısırlılar, Romalılar
(Batı Roma ve Bizans), Türkler ve Çinliler. Batı toplumları da, kendi dinlerini
öne çıkararak benzer uygarlıkları medeniyetin temsilcileri olarak öne
çıkaracaktır.
Osmanlı topraklarında
Batılaşma hamleleri aslında adı konulmadan başlamıştır. Özellikle Osmanlı
Rumları daha en başından Batı ile ilişkiye geçerek, İonya adalarında kurdukları
okullarda Eski Yunanca, Latince ve Batı dillerinde eğitim vermekteydi.
Öğrenciler Batı’ya gönderilerek daha nitelikli eğitim almaları sağlanıyordu.
Hali
vakti yerinde olan Yunanlı, çocuğunu orada okuturdu. Yunanlılar Avrupa
dünyasına gidip gelen, yerleşip yaşayan bir gruptu. Fenerli Rum aristokrasisi
batı kültürüne açıktı. Sf:19
Cevdet Paşa’yla
birlikte Osmanlı’da Batılılaşma hamlelerini bir program dâhilinde
değerlendirecektir. İlber Hoca Osmanlı’nın Batılılaşma hamlelerinin dışarıdan gelen
baskılarla olmadığını, bu konuda yapılan yorumların yetersiz belgelerle
yapıldığını belirtmektedir…
19.
yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı düşünürü bu gelişmelerin sonucu olarak; daha
demokrat ve özgür bir rejim istemektedir; aile ve toplum hayatı, eğitim ve
yönetimde daha özgür, daha katılmacı hedefleri vardır. Batı toplumunun
kurumları ve yaşamı bu düşünürleri etkilemiştir. Sf:20
1839 yılı Kasım ayında
Gülhane’de okunan Hatt-ı Hümayun çağın getirdiği bir zorunluluktur. Sırp ve
Yunan ayaklanmaları, Mısır olayı, tek taraflı iktisadi zafiyetler, Osmanlı’nın
tebaasında gelişen ve desteklenen diğer ayrılıkçı faaliyetler Hatt-ı Hümayunu
zorunlu kılmıştır…
Osmanlı’dan kalan
mirası Türkiye kullanacaktır. Fermanlarla gelen Batılılaşma kadrolarını genç
Türkiye kullanırken, Osmanlı’nın son döneminde yapılan tartışmaları da radikal
Cumhuriyet kadroları, siyasal-sosyal kurumlarda oluşan kutuplaşmalarla günümüze
kadar taşımışlardır.
***
Yunan
ayaklanmasında yeniçerilerin herkesin gözünden düşecek kadar beceriksiz ve
dağınık olduğu bir kere daha görüldü. Sf:31
Değişik kaynaklardan
aktarılan bilgilere göre özellikle başkentte oluşan havaya göre Yeniçerilerden
nefret ediliyordu. Bu da askeri anlamda bir yenilemenin doğal olarak
yapıldığını ve geliştiğini göstermektedir. Hiçbir şey ‘hadi yapalım’ diyerek
olmamıştır. Osmanlı’da Batılılaşma hamleleri her alanda zamanın koşullarına
göre, konuşularak, tartışılarak gerçekleştirilmiştir.
Osmanlı’da reformlar
yavaş yavaş yapılırken başta Rumlar olmak üzere, tebaasında bulunan diğer
zümreler hak iddialarında bulunarak isyanlar çıkaracaktır. Rum veya Yunan
İsyanı Osmanlı’yı parçalanmaya kadar götürecek ilk ayaklanma olması açısından
önemlidir.
Restorasyon
Avrupasında Yunan ihtilalini liberal düşünceli, klasik dünyanın hayranı
romantik ulusalcılar desteklerken; devlet adamları sadece huzursuz oldular ve
bir müddet sonra Yunanlıların sorunu uluslararası bir sorun haline getirildi. Sf:40
Çarın yaveri olan
Aleksandr Ypsilantis’in Boğdan’da başlattığı Mart 1821 tarihli ilk ayaklanma
girişimi destek bulamayınca başarısız olur. Şubat 1821 tarihinde Mora’da
başlayan ayaklanma ise Yunanlılar tarafından gerçekleştirişmiş ve destek
almıştır. Uzun süredir Avrupa’nın her yerine giderek gemileriyle ticari
faaliyetlerinde bulunan Yunanlıların maddi destekleri bu ayaklanmanın başarılı
olmasını sağlamıştır. Ortodoks Kilisesi ise Fransız İhtilalinden esinlenen bu
ayaklanmaya önceleri kuşkuyla bakmış ama sonra işin içine aktif olarak
katılmıştır. Patrik Gregorios ihtilali aforoz
etmişti, ama ihtilalcilerle gizlice haberleştiği ileri sürülerek Patrikhanede
idam edildi. Bu olay sonradan Avrupa’nın müdahalesini haklı çıkarmak için
kullanılacaktır. Sf:41
Yunan Ayaklanması
Osmanlı’ya her alanda modernleşmesinin gerekli olduğunu göstermiştir. Eski
düzenin temel kurumları kaldırılmasına rağmen, bölgesel ayaklanmalar dış
destekli olduğu için ayaklanmaların çoğu başarıya ulaşmış, bu da Batılaşmanın o
kadar da gerekli olmadığı fikrinin yayılmasına sebep olmuştur. Bu fikir başka
bir boyutta ülkemizde halen tartışılmaktadır… Yunanlıların, Romenlerin, Bulgarların bağımsızlığı kaçınılmaz tarihi
bir sonuçtu. Sf:45
Ben kendi adıma
çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğine inanıyorum. Dünya din, eğitim,
askeri, teknoloji ve sosyal alanlarda hızla ilerlerken, bilimsel hamleleri
hızla yaparken biz bu gelişmeleri 50-100 yıl arası geriden takip ettik.
Dünyanın gelmiş olduğu teknolojik gelişimi 2015 senesinde halen kavrayamayarak
üreten değil de, sömürülen bir ülke olmaya devam ediyoruz. İşin sırrı burada:
Osmanlı’ya imparatorluğu kaybettiren sıkıntıları cumhuriyet döneminde de bir
asıra yaklaşmamıza rağmen aşamadığımız inancındayım…
***
Osmanlı
modernleşmesini hızlandıran etkenlerin başında ulusalcılık akımları ve
hareketleri gelir ki, aynı zamanda imparatorluğun yıkımını da hazırlamışlardır.
Ulusalcılık Balkanlarda Osmanlı egemenliğinin başından beri özü varolan ve
zamanla gelişip, güçlenen bir olgudur. Sf:47
Osmanlı
egemenliği, Yunan eğitiminin ve kültürünün yaşamasında engelleyici bir olay
olmadı. Hatta 17. yüzyıldan beri ticaretle zenginleşen Rumlar sadece Mora ve
Epir’de değil, Karadeniz kıyılarında, Batı Anadolu’da okullar açtılar.
Yunan
aydınlanmasında Avrupa’nın olumlu katkıları sadece bu okullarla değil, erkenden
Avrupa’da eğitim gören ticaret burjuvazisinin çocukları sayesinde de oldu.
Ayrıca İonya adalarında Türk egemenliği olmadığından İtalya ve Fransa’nın
kültürel etkisindeki bu yerlerde, klasik Yunan kültürü ve Yeniçağ hümanizmi
yerli Rumlar tarafından daha kolay öğrenildi ve bu adalar bütün Osmanlı Rumları
üzerinde kültürel etkide bulundular. Sf:51
Ayvalık Akademisi bu
anlamda en başta gelen okullardan biridir. Bu okulda Midillili Benjamin ve onun
öğrencisi Teofilo Kairis’in önderliğinde sayıları zaman zaman 600’ü bulan
öğrenciye çağın en bilimsel dersleri, üniversite seviyesinde veriliyordu.
Yunanistan’ın bağımsızlığı için çalışan ve ilk kurucu meclislerde aktif
görevler alan bu hocalar, onların halkı için kahraman, bizim için ise
koynumuzda beslediğimiz yılanlardır…
Rum tüccarların
beslediği ayaklanmanın fikir hocaları, çalışmalarıyla, diğer Balkan uluslarını
da harekete geçirecektir. Ortodoks unsurlar ayaklanmanın her safhasında,
birliği sağlamaya çalışan merkez olmaya çalışacaktır. Bu misyonu sahiplenen ve
tüm Ortodoksların manevi lideri olduğunu iddia eden kiliseyse Fener Rum
Patrikhane’sidir.
Bulgar
rahiplerinin Aynaroz’daki (Hagion Oros) Bulgar manastırlarında Yunan aydınlanma
kültürüyle temasa geçtikleri açıktır. Balkanlarda yeni bir Helenizm
kurumsallaşıyordu. Sf:52
Her toplum o karışık
asırda, kendi inancını, kendi bağlı olduğu kiliseyi, kendi dilini ve kültürünü
korumak istiyordu… Balkan toplumları hem Osmanlıyla bağımsızlıkları için
savaşırken hem de kendi aralarında toprak ve egemenlik kavgası veriyordu.
Osmanlı egemenliğiyle
Fener Rum Patrikhanesine verilen Ortodoks liderliği özellikle Slavları rahatsız
etmiş ve onların Rusya’ya yanaşmasına sebep olmuştur. İlber Hoca tarih
yazıcılarının bu yakınlaşmayı çok abarttığını belirtmektedir. 1774 Küçük
Kaynarca anlaşmasıyla Rusya’nın Ortodoks Cemaatler üzerinde bir otorite kurduğu
bir gerçektir. Rusya’nın tüm baskılarına rağmen Rum Ortodokslar kendi
kaderlerini çizerken dönem dönem Rusya’dan yararlanmış, bazen de kendi
bildiğini yapmıştır.
Slavların toprakları
deniz kenarında olmadığından: Rusya’nın
Balkan Slavları ile ilişkileri batı Avrupa’nın tersine ticaretle değil, kilise
aracılığıyla olmuştur. Sf:54
Rusya’nın da etkisiyle
Sırplar, Bulgarlar ve Romenler kendi kiliselerini özerkleştirecektir. Osmanlı
bu bağlamda Rum Patrikliğini destekleyecek ve bu yıllar süren bir satranç
oyununa dönecektir.
Dinsel ve ulusal
anlamda gelişen bu hareketlerden Osmanlı’nın etkilenmemesi imkânsızdır. Osmanlı
köklerini hatırlayacak ve ‘kaba’ ve ‘kıt’ olarak tanımladıkları Türkler
Anadolu’da ve Bâb-ı Ali’de yavaş yavaş devlet yönetimini ele geçirecektir.
18.
yüzyılın ünlü sadrazamları, vezirleri, komutanları daha çok Türk kökenlidir. Sf:57
Bu değişim, yönetim ve
kültür hayatında hemen olmasa da zaman içinde Türk ulusçuluğunun temellerini
atacaktır…
Osmanlı
İmparatorluğunda ulusçu düşünceyle en geç tanışan unsurlardan birinin Türkler
olduğu çok tekrarlanır ve bilinen gerçektir. Bugün Osmanlı İmparatorluğunun son
birbuçuk yüzyılını kapsayan ulusalcı hareketi incelemek için ön planda Balkan
dillerindeki yayınları, orijinal belgeleri ve Fener Patrikhanesindeki arşivi
taramak gerekir. Osmanlı arşivlerindeki resmi Türkçe belgeler ve 19. yüzyıl
sonuna kadarki Türkçe basılı malzeme tarihçi açısından ulusalcı hareketleri
sadece betimleyen ve dar biçimde yorumlayan kaynaklardır. Sf:69
***
Tanzimat
döneminin devlet adamları otoriter bir yönetimin temsilcileridir. Bu otoriter
yöneticilerin demokrasi gibi bir ideale ve demokratik yönetime uzak
davranışları oldukları açıktır. Ancak onların başlattıkları ve kısmen
başardıkları reformlar, Osmanlı toplumunda siyasal modernleşmeyi de hazırladı. Sf:73
Türk toplumunda her
zaman bir lider bulma, onun arkasından gitme eğilimi vardır. Tüm
hareketlerde(!) liderin yaptıkları tartışılmaz, Türk siyasetinde çokça
gördüğümüz gibi, yanlış yapan lider sıkışınca, “yaptıysam, ben yaptım” der ve
tüm eleştiriler kesilir.
Tanzimat dönemi tek
elden yönetilen imparatorluğun yeni açılımlar getirmesinin bir zorunluluk
haline gelmesi üzerine doğmuştur. Daha önce başlayan hamlelerin bir şekilde
yazılı hale getirilmiş şeklidir.
Başını alıp giden Batı,
Osmanlı’ya gözünü dikmişti. Osmanlı içinde yaşayan gruplara yönelik birçok
müdahale bulunmaktaydı. Aslında bu faaliyetler dışarıdan zorla dayatılan
çalışmalar değildi. Aydınlanma dönemini okullarında öğrenen cemaatler, daha iyi
eğitimler için batıya gittikçe oradaki ilerlemeyi gördüler, bu duruma ayak
uydurmak için yeni yöntemleri, bilimsel gelişmeleri takip ettiler ve kısa
zamanda adapte oldular. Bu gelişmeleri Osmanlı içine getirdiklerinde devlet
kontrolünden uzak olan okullarda ders olarak okuttular. Bir devlet olarak
Osmanlı bu gelişmeleri uzaktan izledi, karışamadı. Böylece Osmanlıyla
cemaatleri arasında kopukluk başladı. Bilim o yıllarda İtalya ve Fransa’dan
geliyordu. Fransız devrimi bu kopuşu hızlandıran, özellikle parası olan burjuva
sınıfı üzerinde çok büyük etkisi olan bir hareketti… Çağa ayak uyduramayan
Osmanlı kadroları durumu analiz ediyor, ufak tefek girişimleri yapıyor, fakat
tüm bu çalışmalar düşük seviyede kalıyordu.
İşte tüm gelişmeler
Hatt-ı Hümayun’un ilanını sağladı. Dar-ül İslam topraklarında artık tüm
cemaatler söz hakkına sahiptir. Uzun yıllardır yaşayan gelenekler bir bir
yıkılmaya başlamıştır.
1830’da
Hıristiyan kölelerin özgürlüğünü veren bir ferman çıkarılmıştır. Bunun, daha
çok savaş esirleri veya korsanlık faaliyeti sonucu özgürlüğünü kaybedenleri
kapsadığı açıktır. Fakat Tanzimat döneminin asıl önemli hukuk belgesi, Şubat
1857’de Sultan Abdülmecid’in çıkardığı ve zenci köle ticaretini yasaklayan ünlü
fermanıdır. Sf:74
Ferman Hicaz bölgesini
bu hükmün dışında bırakmasına rağmen, Mekke şerifi ve Hicaz uleması bu fermana
şiddetle karşı çıktı. Osmanlı’nın yeni düzenine din elden gidiyor yaklaşımları
tesir etmeye başladı. Karma hükümete giren Hıristiyan cemaatler toplantılarda
ağır hakaretlere uğradılar.
Her
dinden tebaanın eşitliği ilkesi, mutaassıp Müslümanlar tepki göstermekte
gecikmediler, hatta Mekke şerifi ve etrafındaki ulema Tanzimat bürokrasisini
küfürle suçlayan fetva da çıkardılar. Sf:75
Laik yaklaşım yalnız
Müslümanların tepkisini çekmiyordu. Ortodoks kiliseler de din elden gidiyor
diyordu! Aslında yüzyıllarca kendi halinde yaşayan bu topluluklar, kilise
tarafından örgütleniyor, yönetiliyordu. Güç kilisenin elindeydi. Ticaretle
gelişen burjuvazi laik okullar açınca kilise de problemler çıkmaya başladı. Bir
de üzerine Tanzimat karma meclislerine burjuvalar girince Kiliseler güç
kaybettiklerini anlamaya ve buna itiraz etmeye başladı.
Tanzimat
Fermanı okunduktan sonra torbasına konduğunda Rum patriğin <İnşallah bir
daha o torbadan çıkmaz> dediği söylenir. Sf:93
Tanzimat döneminin
getirmiş olduğu önemli bir değişim de iktisadı alanda meydana gelen
gelişimlerdir. Osmanlı ve Tanzimat bürokrasisi yabancılara ticaretle ilgili
vermiş olduğu imtiyazlarla ağır bir şekilde eleştirilmiştir.
İlber Hoca bu
imtiyazların Kanuni döneminde değil, Yavuz Sultan Selim döneminde dahi
verildiğini söylemektedir. Osmanlı için imtiyazlar ticareti teşvik edici bir
seçenek olarak görülüyordu. Bir gerçek var ki; bir tarım ülkesi olan Osmanlı,
tarım konusunda dahi Batıya ayak uyduramamıştır. Gelişen teknolojinin gerisinde
kalmıştır. Osmanlı için ticaret, içinden vergisi alındığı sürece serbest
bırakılan bir alandır!
***
Tanzimat dönemi asker
ve sivil bürokrasiyi birbirinden ayırmıştır. Klasik dönemde yöneticilerin askeri ve mülki gücü bir elde tuttuğunu,
daha doğrusu ilmiyenin ve destek grup olan kalemiyenin dışında sorumlu
yöneticilerin askerlerden olduğunu biliyoruz. Sf:106 Yeni düzenlemelerle
mülkiye sınıfı askerlerle aynı ölçüde rütbelere getirilmiş ve söz sahibi
olmuşlardır.
Her alanda eğitim veren
Batı benzeri laik eğitime yakın okullar açılmaya başladı. Bu okullar için
dışarıdan hocalar getirildi. Bu düzenlemelerin en önemli hamlelerinden biri
ilmiyye sınıfında yapılmıştır. Laik bir düzen, laik bir eğitim ilmiyye
sınıfında yeni okulların açılmasına, yeni hukukçuların çıkmasını sağlayacaktır.
Tanzimat yönetimi
ülkesinde dinsel reformlar yapmak istiyor, tekke ve medreseyi barıştırarak bir
araya getirmek istiyordu. II. Mahmud,
kanlı Bektaşi takibinden sonra İstanbul’da üçü dışında bütün Bektaşi
tekkelerini kapattı. Rumeli ve Girit’teki bazıları dışında taşrada aynı işlem
tekrarlandı ve tarikatler üzerindeki kontrol görevi için Nakşibendiler ve
Mevleviler tercih edildi. Sf:109 İnsan sormadan edemiyor, ya tersi
yapılsaydı, yani Nakşibendi ve Mevlevi tekkeleri kapatılıp, başına Bektaşiler
getirilseydi ne olurdu?
Yine Tanzimat’ın
getirdiği önemli bir yenilik, Merkeziyetçi bürokrasiye geçiştir. Her şeyin tek
merkezden kontrol edildiği ve yönetildiği bir düzen… Meclis tek karar
organıdır. Padişahın yetkileri sınırlıdır. Her kurum her sorumlu yönetici
kanunlar içinde hareket etmek zorundaydı.
Tanzimat
bürokrasisi terfi ve rütbelere standart bir kural ve sınıflama getirdi.
Sf:113 Osmanlı’nın başlangıcında rütbe kapıkulu askeri için konuldu. Sonra
mülkiye sınıfını, Kanuni devrinde ise ilmiyye sınıfını kapsamıştır. II. Mahmud
devrinde Avrupa’da olan benzerleri gibi bir düzenleme getirilmiştir. Artık
Osmanlı kurumlarında terfi için, liyakat ve çalışkanlık öne çıkıyordu.
Osmanlı kayıtları
yenilenmiş, kayıt sisteminde memur alımlarında yetenekliler seçilmiştir. Gazete
ve kitapların hayata girmesiyle Türkçe yazı ön plana çıkmış, yazışmaların daha
sade ve anlaşılır olması sağlanmış ve Azeri
dramaturg Mirza Fethali Ahundov Encümeni-i Danişe, Latin harflerinin kabulünü
bile önermişti. Sf:114
Tanzimat’la birlikte
devlet işleri 19. yüzyılda mekteb, hükümet ve mahkeme konağı, karakol gibi
yapılarda görülmeye başlandı. Devlet teşkilatının kilit binalarının hepsi bu
dönemde yapılmıştır ve günümüze kadar devam etmiştir. Binalarla birlikte
düzenli arşiv oluşmaya ve her şey kayıt altına alınmaya başlamıştır. Merkezin
ofisleri olarak düşünebileceğimiz bu yapılarda çalışanlar, yeni bürokrasi
sınıfını da meydana çıkarmıştır.
Haberleşme için
telgraf, kara yolları, deniz yolları, demir yolları hep Tanzimat döneminde ele
alınmış, ciddi hamleler ilk bu dönemde gerçekleştirilmiştir.
Yenilenen eyalet
sistemiyle birlikte ticaretle zenginleşen Balkanlarda, Mora ve Kıbrıs’da bazı
şehirlere yarı özerklik niteliği sağlayan meclisler kurulmasına izin
verilmiştir. Bu meclisler birer Belediye kuruluşu gibi çalışarak, halkına ve
bölgesine hizmetler veriyordu.
***
Osmanlı
devletinin toplumsal, idari ve siyasi düzeninin laik olup olmadığı çokça
tartışılan bir konudur. Bu tartışmada gözden kaçırılan önemli bir nokta, 18-19.
yüzyılları boyu imparatorluğun hukuk, yönetim ve toplum düzenindeki
değişimlerin yarattığı düalist (ikili) yapıdır. Sf:133
Osmanlı devletinde ne
Türkler ne de diğer cemaatler laik düzenle yönetilmemişlerdir. Dinler her
kurumu düzenlemiş veya düzenlemeye çalışmış, hegemonyasının devamı için her
yola başvurmuşlardır.
Tanzimat’ın çıkış
sebebi, Avrupa’daki aydınlanma hareketleridir. Hukuk düzenlemeleriyle birlikte
toplum düzeni ve laik düşünce oturmuş, her alanda dinin etkisinden kurtulan
kurumlar hızlı adımlarla ilerlemeyi sağlamıştır. Bu düzeni sağlaması gereken
kurum ise kuşkusuz devletin ta kendisidir…
Tüm
toplumsal sınıflar için aynı hukuki mevzuatın uygulanması, hiç kimseye dinsel
ayrıcalık ve üstünlük tanımayan bir toplum düzeni diye tanımlanan laikliğin,
merkeziyetçi modern toplum yapısıyla özdeş olduğu, ancak o sayede
gerçekleşebileceği açıktır. Laiklik, bir yerde modern bir toplumun ön
koşullarının gerçekleşmesine bağlıdır. Sf:136
Günümüzde dahi bu
modernizme geçemeyen –geçmek istemeyen- Türkiye halkının büyük bir kesimi,
neredeyse Tanzimat’tan beri aynı çıkmazları ve aynı tartışmaları yaşamaktadır.
Osmanlı
devleti bir şeriat devleti miydi? Sorusuna İlber Hoca örnekler
vererek olmadığını söylemektedir. Müslümanlara şerri hukuk uygulanırken,
gayrimüslimlerin bundan ayrı tutulmasının Osmanlı’nın bir şeriat ülkesi
olmadığının kanıtı olarak ortaya koymaktadır. Ayrıca hukuku işleten kadıların
çoğu kez, şerri değil, geçmişten gelen örf ve adetlere göre hüküm verdiklerini
de belirtmektedir…
Diğer önemli bir sorun
eğitim meselesiydi: Tanzimat’tan önce
eğitim düzeninde bir ikileşme başlamıştı. Merkeziyetçi modern bir devlet kendi
ideolojisini aşılamak ve ihtiyacı olan bürokrat kadroları yetiştirmek için, en
azından yurttaşların din ve inanç farkını pek dikkate almayan tarafsız eğitim
veren bir sistem kurmak zorundadır. Sf:144
Diğer taraftaysa
gelenekten gelen, artık çağ dışı kalmış eğitim sisteminin mevcudiyeti ve
direnişi vardır. Gayrimüslimler de laik
eğitime geçme ihtiyacını duydular ve bunu kilisenin denetim ve protestosuna
rağmen yaptılar. Sf:145 Bunu başaran cemaatler artık Batıyla bütünleşmiş
–düşünsel ve bilimsel anlamdaki- ticaret zenginleriydi. Burjuvanın desteklediği
toplum çağın gerisinde kalmak istemiyordu. Fakat Ortodoks Kiliseleri gücü ve
eğitimi elde tutmak istiyorlardı.
Osmanlı’da laik eğitim
veren eğitim kurumları Tanzimat’la birlikte açılmaya başlamıştır. Türkler çoğu
kez yeterli temel eğitimi veremeyen ilk öğretimden sonra yüksek eğitim
düzeyinde programlanmış askeri ve teknik okullara geçiyorlardı. Bu konuda
yapılan hamlelerin geniş bir özeti İlber Hoca’nın kitabında bulabilirsiniz…
***
Tanzimat reformların
yetersiz kalmasının en önemli sebebi, bu değişimi sağlayacak iktisadi yapının
düzgün olmamasıdır. Yeni binalar, yeni yatırımlar, yeni memurlar, yeni eğitim,
yeni araç gereç, hep gelip para meselesine takılıyordu. Sürekli harp halinde
olan Osmanlı zaten Batı için artık “Hasta bir adamdı”. Ekonomik olarak dışa
bağımlı hale gelmişti. Elinde tutması gereken ticareti de özel nizamnameler ve
fermanlarla Gayrimüslim cemaatlere ve dış ülkelere kaptırınca –veya kendi
isteğiyle verince- bu iktisadi çöküş kaçınılmaz olmuştur.
Osmanlı’nın yapması
gereken hamleler çok geriden geliyordu. Bu hamleleri topraklarımızda yaşayan
Gayrimüslim cemaatler gerçekleştirdi ve onlar hızla varsıllaşırken, özellikle
Anadolu halkı büyük sıkıntılar çekmiştir. Malların ülkemizde ne kadar ucuza
alınıp ne kadar pahalıya satıldığını gösteren bir listedir.
Ticaretle uğraşan
Gayrimüslimlerin kazançlarını aşağıda listeden görebiliriz:
Pamuk(kg) Türkiye:0,33
İngiltere:19,00 Almanya:7,30 Fransa:7,00 İtalya:5,50
Şeker(kg) Türkiye:6,80
İngiltere:37,70 Almanya:19,10 Fransa:18,00 İtalya:4,90
Pik Demir(kg)
Türkiye:5,20 İngiltere:445,00 Almanya:539,00 Fransa:298,00 İtalya:58,00
***
Tanzimat yetkilisi hem
içeriyle hem de dışarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır: Keçecizare Fuat Paşa’ya Bâb-ı Ali’ye parke döşenerek yapılan yol için
bir muhalif genişleyen caddeyi över ve pek münasip bir iş yapıldığını söyler.
Paşa da <<bize atılan taşlarla döşettik>> cevabını verir. Gerçekten
de Tanzimat yöneticisine çok taşlar atılmış onlar da bu taşları bir devri inşa
etmek için kullanmışlardır. Sf:179
Tanzimat döneminin dört
paşası dönüşümü sağlamıştır. Mustafa Reşit Paşa, A. Cevdet Paşa, Ali ve Fuat
Paşalar kendilerine göre daha tutucu ve görünüşte reformcu bir kadroyu tasfiye
ederek dönüşümü sağlamışlardır. Bu dönüşüm kolay olmamıştır. İlber Hoca
kitabının bu bölümünde meydana gelen gelişmeleri –çekişmeleri- ayrıntılarıyla
aktarmaktadır.
Ayrıca kitabın bu bölümünde
sözlü kültür, sosyal hayattaki değişimler, Batılaşmaya ayak uydurmaya çalışan
taşra hayatının yaşamış olduğu zorluklar da ele alınır. Kadının toplum içindeki
değişimine de uzunca değinilmiştir.
Geleneksel
Osmanlı şehrindeki mahalle, henüz sınıf ve statü farkına göre biçimlenmiş bir
mekân değildi. Sf:198 Sosyal statülere uygun mahalleler
ve evler inşa edilmeye başlanmıştır. Bu yeni yapılar ve semtlerle birlikte
özellikle başkent hızlı bir gelişime ve değişime uğramıştır. Yeni semtlerle
birlikte, yeni modalar, yeni yaşam biçimleri doğacaktır. İlk romanlarını veren
edebiyatımız hep bu değişimi anlatmaktadır…
Kültürel değişim her
alanda olacaktır. Tüm sanat dallarında yeni gelişimler olacaktır. Tanzimat her
alanda olduğu gibi kültürel bir değişimin de ilk adımlarını atmıştır…
Batı tarzı değişim ona
adapte olabilen toplumlar için ilerlemeyi, adapte olamayanlar içinse geri
gitmeyi veya yerinde saymayı sağlamıştır. Doğu toplumları derken, Rusya dahil
bir çok Asya ve Arabistan ülkesi Batılaşma konusunda sıkıntı yaşayacak, sentezi
sağlayamayacaktır.
Tanzimatçı
devlet adamlarının ilk kuşağının pragmatik reformculuğu, bir kuşak sonra
siyasal ideolojiye, grup ve kişi çekişmesi programlı bir siyasal muhalefete
dönüştü. Sf:205
Çağdaşlaşmanın
getirdiği bunalım Rusya’daki kadar şiddetli olmasa da, Osmanlı toplumunda da
tepki yarattı. İlk anda yöneticiler de muhalefetin rengini ve niteliğini
anlayamadılar. Çünkü Osmanlı toplumundaki her olay ve kurum gibi, siyasal
düşünce ve siyasal muhalefet de değişmişti. Sf:205
***
Türkiye’de Batı karşıtı
muhalefet uzun yıllardır iktidardadır. İçeride Batı karşıtı, bilimsellikten
uzak, dini duyguları öne çıkaran bir tutumla siyaset yaparak, halkın tercihini
etkilemişlerdir. Öte yandan Batıya ve onların kurumlarına karşı gibi görünüp,
gerektiğinde tam teslimiyetçi politikalar izlemeleri, yıllarca emperyalizmin
yarattığı kısırdöngü problemleri memleket içinde çözememiş olmaları, çözmeye
çalışan düşünceleri engellemeleri ve asla tam bağımsız bir ülke için
çalışmamaları, aradan neredeyse iki asır geçmesine rağmen yeni bir Tanzimat
dönemini zorunlu hale getirmiştir…
İlber Ortaylı hocanın
“İmparatorluğun en uzun yüzyılı” kitabını okuduğumda, bazı konularda hala
Tanzimat döneminin dahi gerisinde kaldığımızı üzülerek tespit ettim.
Taylan Köken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder