AYNALI DENEMELER/DENEME/YKY/1995/86 sayfa
"AYNALI DENEMELER" KİTABI ÜZERİNE BİR DENEME
önsöz
Ece Ayhan'ın,son şiirlerini yazdığı
"Son Şiirler" kitabının arkasına not düşmüşüm;
"Ece Ayhan'ın şiirini 'Karaşın' yapanlara bin lanet!
O orospuların ve pezevenklerin generalidir ki; Sevmiştir hep şiiri." (28.10.1994)
şimdi,
bugün,
yine okuyorum,
Ece Ayhan'ı.
"Aynalı Denemeler" kitabını.
İşbu deneme,
bu "ki-bab"tan yola çıkılarak yazıldı.
I.
"ve gelin de Kantocu Peruz'u,
Denizkızı Eftelya'yı,
Acıların Kadını'nı hatırlamayın bakalım,"(sayfa:7)
Daha kitabın ilk cümlesinde, acılarıyla beraber belki güneşlenmiş ve kavrulmuş olan, kadınları sayıklar Ece Ayhan. Zaten hiç düşürmez onları dilinden, adeta mazlum kadınlar için vardır. Bir "Çanakkaleli Melahat" var, (Anasıdır saygıyla öperim ellerinden, hayırla anmıştır onu oğlu hep, geçimsiz bir şiir kitabıyla bile…) anmadan geçmemiştir kitap boyunca ki; Bu Ece Ayhan'ın ne kadar hayırlı bir evlat olduğuna delalettir. Aynı "delalet kamçısını" sevmiyenleri içinde şaklatır… Göreceksiniz…
1.Yıldız: "Sevim Burak, Sait Faik'in modern anlamda tek mirasçısıdır." (sayfa:7)
Belki bu yüzden heykelini ister Sevim Burak'ın ve şöyle der üstad; "Kuzguncuk'da bir heykeli yapılırsa (çünkü efendim şairlerin, sosyal bürokratların gözetiminde yakıldığı Türkiye'de güzel bir şey böyle yanlışlıkla yapılabilir) bakın Gürdal Duyar ve Yavuz Tanyeli yoğurabilir bunu, deniz kıyısına! Ve altında 'Sahibinin Sesi' borulu bir gramafon konsun lütfen! lütfen! lütfen!" (sayfa:8-9)
Burada denemeci bir saptama yapmak istiyor: Sosyal Demokratları kurtarmaz ama, o dönemlerde emniyet kadroları, bugünden daha fazla faşistti… (Bir gün "medya"da okumuştum, görev yerlerini belirten geniş bir listede.)
II.
şair "iki kedinin konuşması"nda;
Ömer Uluç ile karşılıklı "mırmırlanır"…
biraz "etik" ,
biraz "erotizm" ,
biraz "içki" ,
üzerine "bizden para almadan" konuşurlar.
Şair "ben etikçiyim" dediğinde,
"tetikçi" olarak algılanmış,
ve hep gürültülerle karşılanmış bu savı…
"T.S.Eliot,
hemen hiçbir şiirinde, tıpkı besteci Beethoven gibi, hiç gülümsememiştir." (sayfa:10)
Denemeci, yani taylan kulunuz , burada da durup bir şeyler eklemek ister yüce şaire; Nedendir bilinmez: Beethoven hep besteciliğiyle anılır tarihte. Oysa o "yaramaz çocuk", o "uslanmaz çocuk", aynı zaman da çok iyi çalardı, kuyruklu piyanoyu…
2. yıldız: "Düşünür İdris Küçükömer bir gün Büyükada'da bana 'ben bir gün ölünce karga seslerinin altına gömüleceğim' demişti" (sayfa:11)
İşte 'karaşın' şair budur: Devinimde bulur erotizmi… Meyhaneleri ile anar yalnız, Beyoğlu lakablı Pera'yı… Renkleri konuşulur tarihin: "(mor) Bizans ve (sarı) Osmanlıdır" ve Ömer Uluç'un bir denizaltı resminde yalnızca şunlar görülür tuvalde: "Sözgelimi uzaklara bakarken yanımda hep bir denizaltı görürüm, kapkara, ya da koyu renkli. (Açık renklisi yok zaten!)" İşte 'karaşın' şair budur…
III.
"Evet, düşünce ve şiir iç içe geçmiştir. Birbirine kenetlenerek çırılçıplak ayakta sevişen ve çift kıçlı bir toplum olan iki insan gibi! Hangisi şiir, hangisi düşünce? Ayıramazsın!" (sayfa:12)
Şiire yansıltılmış bir tanımlama ile girilir,
"güzel şeyler ancak kötülükten çıkar" denemesine.
Yine yanıbaşımızdadır "kötülük çiçekleri"…
Hapisane "gülleri" sevgiyle anılır,
ve 18 yaşında asılan Stelios Kardaras'a da,
"sıkı delikanlı" Erdal Eren'e de bir gül uzatılır…
Sonra bir ayrıntı düşülür yazıya:
"Çanakkale aşireti işlevini yitirmiştir ama çoktan beri eskidiğini algılayamıyor." (sayfa:13)
O her defasında iyi duygularla andığı Nilgün Marmara gibi genç şairleri de savunur durur:
"kostak delikanlılara ve genç güzel insanlara bakın; nerelerden geçerek, nerelere varmışlar!" (sayfa:13)
O zaten kendini;
"katmanları az buçuk kurcalayan"
bir "vakanüvis",
bir "kütükçü" ,
bir "kadastrocu",
bir "nüfus memuru",
olarak belirtmiştir.
Ama "etikçi" olarak anılmak isterdi hep…
İşte bu etikçi
not düşmüş tarihe;
"Tarihten geliyoruz; İnsanlarız; Kendimizle buluşmaya gidiyoruz." (sayfa:14)
IV.
nilgün marmara
altını çizerek anar hep onu…
"tam kadro" kurulu
"Dinar bandosunda" onun yeri
her zaman hazırlanmış,
tozu alınmış ve koltuk parlatılmıştır…
Kraliçe'nin koltuğunu kim kapabilir ki?
"Nilgün Marmara / Tambur majör (Tan Oral'ın bu karikatüründe bando şefi…) (sayfa:15)
ve yine etikçi kimliği ile
nilgün marmara ve yandaşlarının
durumunu imler…
"Nilgün Marmara ilkin yeni şairler arasında, özellikle sahicilik açısından, seçik olarak belirmişti…" (sayfa:20)
o "saf temizlik" var ya; Ece Ayhan'ı o ilgilendirir, ilgilendirmiştir…
"Nilgün Marmara'nın şiirinin 'anahtar'ı yine yalnız kendi şiirinin içine gömülüdür demeyeceğim. Ta hayatının içine gömülüdür!" (sayfa:20)
bu yüzden belki de;
nilgün marmara genç yaşında
hayatın içine gömüldü…
"Nasıl İsmet Özel 'cümhuriyetle yaralı' ise Nilgün Marmara da 'dünyayla yaralı' idi."
(sayfa:21)
tıpkı Ece Ayhan gibi!..
V.VII.
"Kuşkulanmak önemli elbet. Marx'ın en sevdiği Latince özdeyiş; 'Her şeyden kuşkulan' anlamına gelen 'Omnibus debutandum'dur. Yani her şeyi kurcala." (sayfa:23)
ve şair toplum adına
çomaklar durur,
arı kovanlarını…
ve yine ona göre
arılar,
"eşek arılarıdır".
sinema da,
bu boyutta gittiği sürece,
şiir gibi,
sarsar durur düzeni
ve sarsmalıdır…
sonra "sıkı" olmalıdır sinema, "dört-dörtlük"…
3. yıldız: "İlhan Berk evine bir kız geldiğinde eline hemen bir pipo alır." (sayfa:24)
"Sinema yönetmenlerinin kendi hayatlarında hemen hiç çılgın aşk olmadığı anlaşılıyor." (sayfa:27)
üstad,
Gülin Tokat hanımla,
"sıkı şiir, sıkı sinema" ,
üzerine "dertleşirlerken",
sıkı'lığın her yönünü irdelerler...
sevişirken 'sıkı' olacaksın;
"divan pekâlâ çökebilir, insanlar birbirini ısırabilirler…" (sayfa:27) sinema yaparken 'sıkı' olacaksın;
"Keder gülümseyerek de belli edilecektir…" (sayfa:27)
VI.
üstad kitabın ortalarına doğru, başka bir "yandaş"ı ile sohbete oturur. Mustafa Irgat ile çekiştirirler yine, sağı ve solu…
"Son Şiirler " konu başlığında; "Son Sivil Şiirler " adından, son anda yırtan kitabın, gecikmiş tarihi diyoloğu yapılır…
hayırla anarlar;
Necip Fazıl Kısakürek'i…
"Türk cemiyetinin en büyük ihtiyacı Türk fikir adamınadır. Bizde niçin yetişmemiştir?" (sayfa:29)
düşünce kısırlığı,
Şerif Mardin gibi adamlar oldukça, Sezai Karakoç'lar, İsmet Özel'lerin, sıkı düşünce' yi istemeleriyle aşılacaktır. şair çekildiği "kendi köşesinden", "baba düşünce" diye nitelendirecektir, bu eksikliği…
"Ey Mustafa Irgat! 'Tarih' boyunca benim aklıma 'Devlet' gelir demişsin. Sakız gazeteler Kamu İktisadi Teşebbüsleri devlete kambur diyorlar. Ama kimsenin aklına, devletin biz insanlara kambur olduğu gelmiyor! (sayfa:30)
ve şair bu düşüncelerine ek yapıyor:
"Ben, olsa olsa, deniz kıyısında ayrıkotlarını yolmaya çalışan küçük bir keşiş adayı olabilirim." (sayfa:30)
"özgünlük amuda kalkmak değildir" aynalı (sayfa:32)
ki-bab'ın tam orta yerinde, şair Feryal Çeviköz'e daha açık konuşur. belki döktürür demek, daha iyi bir tanımlama olur…
"Atatürk Hasan Ali Yücel'e soruyor, 'sıfır nedir?' diye, 'sizin yanınızda benim paşam' deyince, 'yürü ya kulum'…" (sayfa:33)
"Can (Yücel) yine kızacak" diyen şair, babasına takılan lakâbı da iliştirmeden edemiyor; "Trabzon yağı"…
Feryal hanım "etik" sözcüğünü
açmasını isteyince şair ince bir davranışla,
onu kırmaz:
"Bence yanlış çevriliyor. Ahlâk değil karşılığı. Bazı yalın soruların sorulmasıdır etik. Niye mutluyuz? Mutluluk nedir? Etik soru sormaktır. Sorgulamaktır. İnsanların kötülüğünü, acılarını. İnsana ait her şeyi." (sayfa:34)
4. yıldız: "İzmir'den geliyordum Kibariye söylüyordu.
Moralim düzeldi. Türkiye'de neredeyse caz yapan tek kadın. Çok seviyorum. Roman çocuğuymuş. Elinden bir tutan olsun, yukarı yürür."
(sayfa:36)
"Roland Barthes 'tuhaf' der, 'hem bu düzene ve iktidara karşılar, hem onun dilini kullanıyorlar.' İkinci Yeni ufak bir imkân bulduğunda devletten kopmuştur, mülkiyeli olmasına rağmen. Ben İkinci Yeni için 'logaritmalı şiir' diyorum. Logaritma, cetvel olmadan çözülemez."
(sayfa:36)
"Kerteriz noktası" olarak,
Türk Dil Kurumunu seçmez şair…
Faydasını kabul eder,
ama tek başına olmaz der…
VIII.
"ece ayhan'ın şair defteri" ni, karıştırıyorum.
Şimdi söz yalnız şairin…
Nâzım Hikmet
"Kemalist söylem içinde önemli şair. Diyelim ki 120 kilo ağırlığında bir komiser, sanık gördüğü bir adamı yakalıyor. Arkadaşları, kelepçe melepçe gelene kadar üzerine oturuyor. İsmet İnönü'de Nâzım Hikmet'in üzerinde böyle 12 sene oturdu. Ama ikisi rahatlıkla yer değiştirebilirdi. Yani Nâzım Hikmet Cumhurbaşkanı olabilirdi. Türkiye'de algı ortalaması neyse, onu zorlamadı." (sayfa:44)
Sait Faik
"Nereden geldiği, nereye gittiği bilinmiyor. Öncesi sonrası yok bu adamın. Çok tuhaf. Sonrası olmaya çalıştılar. Bir gün üç eleştirmene yazdığı, yazı için Ataç ne der biliyor musun? 'Bu yazıyı yazmak için bütün hayatımı verirdim.' Horlandı." (sayfa:44-45)
Orhan Veli
"Çok önemli bir suluboya. Ama yine de Türk şiirini gülümsetenlerden biri. Suluboya şunun için dedim ben. Hiçbir ressam suluboyasıyla ünlenmez. Suluboyası da olabilir ama, mutlaka yağlıboyası olması gerekir. Şimdi Orhan Veli Türk şiirinin yarağını değiştirdi. Kapalıçarşı adlı bir şiiri var, bir sürü İkinci Yeni şiire bedeldir. ömrü vefa etmedi." (sayfa:45)
Melih Cevdet
"Biraz yaşlanınca durumu çaktı. Aymış. 'Artık anlamı olmayan şeyleri seviyorum.' diyor. Tek başına bir şey değil tabii bu. Tarihi kurcalayan kuşaktan olmadı." (sayfa:46)
İlhan Berk
"İlhan Berk başlangıçta İkinci Yeni'yi çok etkiledi. Hatta moral de verdi. Sarkaç gibi Ağca'yla Yılmaz Güney arasında gidip gelir. Çok ilginç bir adamdır. Ama beli kırık yanları da var." (sayfa:46)
Necip Fazıl
"Ruhsallıklarını ben ruhsallık olarak görmüyorum. Psikolojik şair denir ya hani. Onlar herhangi bir gencin kolaylıkla yaşayabileceği şeyler. Derinlik yok aslında. Dağlarca'nın kaynaklarından bir tanesi Kısakürek'tir. Ama hemen aştı. Eski kaynaklara döndü. Şeyh Galip'e döndü. Yani hepimizin kaynağına." (sayfa:47)
Can YücelIX:
"Onun 'babası' Metin Eloğlu. Ben önce İsmail Dümbüllü demiştim onun için. Ama bir arkadaş 'Ne yapıyorsun, Dümbüllü halk sanatçısı' dedi. O yüzden Şevki Şakrak dedim. Şiirini yoğurmaz. olduğu gibi bırakıyor." (sayfa:47)
Hilmi Yavuz
"Zararsız belediye şairi. Düz yazıları fena değil. Özenli, dikkatli. Yanlış yapmamaya çalışıyor. Yanlış yapsa ne olur? İkinci baskıda düzeltir." (sayfa:47)
İsmet Özel
" 'İyiler taifesini seçtim' diyor. Şairliği çok iyi. İslâm mitolojisini ama, daha çok Sünni mezhebini kullanıyor. O da insanı deşeliyor ama, sonuna kadar deşeleyemez. Deşmek istiyorsan bütün mezhepleri ele alacaksın." (sayfa:48)
Enis Batur
"Enis'e 'Türkler aile boyu düşünür. Senin baban bizi kandırdı 12 Mart'ta. Sen de onun gibisin' diye yazdım. Enis'in şiiri iyidir. çok iyi çalışan adamdır. İki kolla değil dört kolla çalışır gibidir. Kurcalıyor. Bizden sonra gelenlerden biri o da. Başka kim var?" (sayfa:49)
küçük İskender
"İçinde bulunduğu kuşak rahatlıkla onunla anlatılabilir. Küçük İskender bir şeyleri kurcalıyor. Göze almış. Kolay değil." (sayfa:49)
"karşı sestir" Ece Ayhan... "edebi kaka çocuk"... ki-bab'da 50. Sayfaya gelindiğinde, Mehmet Atak'ın başlığıyla duyuru yapılır; artık şairlerin ön ve arka bahçelerinin gizleri açığa vurulacaktır. "korkuya mahal yok, dileci dilencinin, hırsız hırsızın, şair şairin düşmanıdır mantığının bir ürünü değil bu. yani korkuyu sadece yarası olan gevşek şairler duysun, kâfi. " (sayfa:51)
Bir "Devlet Şairi."
Nazım Hikmet
Şair farklı bir bakış atar Nazım'a; Kendisi ve şiiri Kemalist söylem içinde ele alınabilir... Cümhuriyetle, dipte, hiçbir sorunu olmamıştır. Oysa, kimi şairler, cümhuriytle yaralanmıştır...
Sonra Nazım'da oluşan kopuşun neden kaynaklandığı ve sonucu; Bir büyük ve önemli şairin dilinden "koparılması" korkunç ve ürkütücü bir olaydır.
1951'de koparıldıktan sonra yazdığı hemen hemen bütün şiirleri "kartpostal" şiirlerdir...
Atilla İlhan
"Arabesk bir şarkı şairi" oldu.
İsmet Özel
Şair, İsmet Özel'i de "cümhuriyetle yaralanmış" şairler rafına koyar.
İslamist bir şair olması, onu hiç enterese etmemiştir...
Hemen İdris Küçükömer'den bir alıntıyla konuyu örneklendirir;
"Türkiye'de, dipte sol sağdır, sağ da soldur."
Bir alıntı da, Louis Althusser'den;
"İnsanın temel niteliği, tahmin edilemeyiş oluşudur." (sayfa:54)
Küçük İskender
Küçük İskender'in ilk adı gerçekten 'küçük' ama kendisi büyük bir şair. Sonra Küçük İskender'in nasıl cesaretli, hagaragort, kopuk olduğunu örnekliyor; "Benimki 12 santim doktor bey. SunayAkın'ın şiirleri ise daha kısa. Hem de çok kısa." (sayfa:55)
X:
Rimbaud'u tenis topu yapıp,
Ahmet Soysal ile geçerler karşı karşıya.
Saptamalar,
Saptamalar.
Karaşın bazen
ve reng(a)renk!
"ayıptır söylemesi: rimbaud" u ters yüz ederler;
Yahya Kemal'in lafı doğru: "Esas edebiyat nesirdir" Şiir fazladan bir şey. Erkek de, fazladan varlıktır. Erkek fantezilere düşkün varlıktır.
Türkiye'de dikkat edin, bütün resimler 'uslu' resimlerdir. Acıya, sıkıntıya, deliliğe, içeri'ye, iç derinliğe değmiyorlar...
4. yıldız: "Rudolf Valentino'yu çok severlerdi, hep böyle süzgün baktığı için. Oysa adam miyopmuş. " (sayfa:60)
nice miyoplar var ki;
gözümüze gözümüze bakıyorlar...
hemde her şeyi iyi gördüklerini söyleyerekten...
XI:
Ece bir yıldız.
Hep kıyak yazmış, hep aykırı...
Onun yolu tıkalıdır denir,
onun yoluna gidenler, çıkmaz sokağa girmiştir denir;
Olsun! Doğrudur! Ama farklıyı görmezseniz, e k s i - l i r s i n i z!
Ne kadar geriye bakarsan, o kadar ileriyi görürsün.
Ece Ayhan'da ne kadar geriye gidersen, bak neler görürsün, neler!
Abanoz Kerhanesinin yanıbaşında geçen çocukluk.
Sivil bir toplumda yeniyetmelik; orospular, pezevenkler, esrarkeşler, polis...
Pazartesiler hariç, hergün orospulardan konuşulurdu öğrencilikte.
Pazartesiler futbola aittir...
Bir orospuyu fethetmek gerçekten çok zordur, imkansızdır...
Yaşamın bir okul, insanların öğretmen olduğu bir ortam...
Dünyanın arkabahçesinde yaşar hep o...
Orada renkler solgundur. Şiirler bu yüzden siyah, beyaz...
Şiir kolay bir şeydir onun için, sosyal demokrat olmak gibi...
Çıfıt çarşısı gibi bir bellek vardır onda.
Karşı durmak onun içinde vardır...
Ekmek kapısını da fırçalar bazen,
"Biz leş kargası okur istemiyoruz!"
sonsöz
"Bir şair ilkin okunmaz. Sonra yarım yamalak okunur. Daha sonra klasik olur, klasik olanı da okumamak âdettir. Yalnız, ilk günlerden kalma birkaç hayranı vardır. Ömrünün sonuna kadar görüp göreceği rahmet de budur." (sayfa:82)
taylan köken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder