20 Aralık 2011 Salı

yaz evi...

MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU
YAZEVİ/ÖYKÜ/İŞ BANK.KÜLTÜR YAY./2002/123 sayfa

Mehmet Zaman Saçlıoğlu bu yapıtı ile 1993 yılında ilk yedi öykü ile Yunus Nadi Yayınlanmamış Öykü Ödülü’nü, 1994 yılında da Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanmış. İlk okuduğum kitabı “Beş Ada” idi. O kitabı da çok güzeldi. Onun da kritiğini yapacağım. Bu kitaba geçelim.

Brandenburg’un Dört Atlısı
Tarihi Brandenburg kapısının yanında iri yarı, genç bir adam, Eskimiş zamanları (Saatler), Yitirilmiş yolları (Pusula) ve Unutulan başarıları (Madalya) satıyor ya da satmamaya çalışıyor. O satmadıkça, müşteriler üzerinde oluşturduğu düşünceler ile daha fazla satış yapıyor. Sattıklarının hepsi bozuk şeyler... Ona göre de bunları almanın hiçbir anlamı yok. Güzel bir hikaye... 
Satıcısı tarafından değersizliği kabul edilen bir malı, hangi akıllı alıcı almak ister? Sf:12

Bir Yaz Evi
Selim Bey 75 yaşını devirdiği zaman artık ömrünün sonuna geldiğini anlar ve kendine mezarlıkta bir yer bakar. Sonra aile efradını da düşünerek mezar yerini büyütür. Ardından ölmeden buraya herkesin imreneceği bir mezarlık yapma fikri doğar ve hikaye gelişir. Bugün, geçmiş ve ölüm üzerine güzel bir sorgulama...

Oteldeki Kapı
Bir otel tuvaletinde sıkışıp kalan bir adamın ilginç hikayesi. Bu hikayenin konusu çok basit olmasına rağmen, yazarın kurgusu olayın aktarımını çok güzel hale getiriyor. 
Kalabalık tuvaletleri hiç sevmem. Tam küçük suyunu dökerken, yanında aynı işi yapan bir başkası tarafından göz ucuyla izlenmek ne kötü şeydir. Adamdan hem şeyini saklayacaksın, hem yerle¬re damlatmamaya, hem de ceketini, pardösünü kenar¬lara sürmemeye çalışacaksın. Bir ıstıraptır bu. Ya da bi¬risi gelir, arkanda dikilir, bekler. Sistit misin, prostat mı-sın düşünmez; geciktikçe de arkanda oflar, puflar. Syf:29-30

Bir Kadın Bir Erkek
Adem ve Havva. Dünyaya ineli 10 yıl olmuştur. Ne konuşurlardı bu kadın ve erkek? 
Ey toprak, gökyüzü, ağaçlar,
Su olmasaydı ne geçerdi içinizden. Syf:37

Yalanın İki Yüzü
Karısı ile kavga eden John, eşi ile birlikte her zaman geldiği kahveye gelir ve bu kez iki kadın arasında sıkışır. Yalan en son başvurulacak çözüm... Hatta hiç baş vurulmaması gerekiyor. Yoksa, neler olacağını asla bilemezsiniz...

Kutsal İttifak
Bezirgan dediğimiz din tacirlerinden birisinin hayatı ve düşmüş olduğu büyük açmazlar üzerine güzel bir hikaye. 
Bir gece mahalle sakinlerinden birine yakalanmış¬lardı. Adam bu üç kişilik kervana gülerek bakmış, başı¬nı sallamıştı. Ertesi gün, Hoca camiye gittiğinde genç imamdan rica etmiş, o cuma ticaret üzerine va'zetmesini sağlamıştı. Cuma günü, Hoca'nın ve bakkalın müşte¬rileri rızkın onda dokuzunun ticaretten olduğunu öğren¬mişlerdi. Yalnız, Mustafa adlı birisi genç imama:
—  Rızkın onda dokuzu ticarettense, onda biri ne¬dendir? diye sormuştu.
İmam:
—  Ticaretin dışında kalan mesleklerdendir, demişti.
Mustafa:
—  Yani bir kişi buğday ekse dokuz kişi mi satacak Hocam? diye üstüne gitmiş; genç imam bocalamaya başlarken, bizim Hoca imdada yetişmişti.
— Ey müminler, onda dokuz sözün gelişidir. Bu söz, ticaretin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için¬dir. Doktor da hastasını iyileştirirken para alır. İşte bu da ticarettir. Kalan onda bir ise, fakirlere yapılan yar¬dımlardır, diye açıklamada bulunmuş; hem imamı kur¬tarmış, hem kendi âlimliğini kanıtlamış, hem de kayınpederiyle bu hayır ortaklığını sağlam temellere oturt¬muştu. Camiden gururla ayrılmıştı o gün. Syf:58-59

Pencere Önümün Yolcusu
Sakat çocuklarını düzenli olarak gezdiren bir anne ve babanın hayatını uzaktan bakarak değerlendiren bir kişinin bakış açısı...
Baba, çocuğunu sabah akşam bir köpek gibi gezdiriyor, anne kendisinden yalnızca sevgi, şefkat bekleyen çocuğunu başka istekleri olmadığı, yemek seçmediği, üst baş istemediği, askere gitmeyeceği, evlenip kendisinden ayrılmayacağı için çok seviyordur, diye düşündüm. Syf:67
Gece, herkesin pencereleri kapalı oluyor. Evlerinin, gözlerinin perdeleri. Herkes, geceyle gündüzün aynı hızda geçtiğini sanıyor. Syf:70

Nöbette 
Askerde iki askerin bir nöbette karşılaşması ve kısa bir diyalog. 
Çocukluğundan beri bu güzelliği kim bilir kaç şarkı¬da, şiirde duymuş; ama farkına varamamıştı. O şarkı¬lar, ruhunda mutluluk, hüzün, yalnızlık gibi duygular yaratmış, ama gökyüzüne, yıldızlara, yıldız kümeleri¬ne, büyük karanlıklara ilişkin hiçbir ipucu vermemiş¬ti. Oysa şu birkaç günde, sonsuzluğun ne denli güzel, büyük, ışıklı, karanlık, boş, kalabalık olduğunu görü¬yordu. Ne şarkı vardı, ne şiir bu gerçeklikte, ne de yanında bir sevgili. Bu akıl almaz sonsuzlukla baş başaydı. Syf:74

Kızım 
Yüzünü asla görmediği, ondan olduğunu yarım yamalak sezdiği, 20 yıl sonra gaipten duyduğu baba sesi ile ayırdına vardığı kızının peşine düşen bir baba ve duyguları. 
Hangi sesin ne zaman duyulabileceğini önceden bilmek öylesine güç ki. Kendi çıkardığımız seslerin dışında tüm sesler bizim için beklenmediktir. Gündelik yaşamımızda duyduğumuz sesler hep geçmişin sesleridir. Syf:85
Ya var, ya yok. İkisi de aynı şey değil mi? Syf:93

Dörtyol 
Moda’da bir kavşağı mesken tutan bir delinin hikayesi...

Basamaklar
Yaşlı bir babaannenin kapı çalındığı zaman aşağı inerken, her bir basamakta gözlerinin önünden geçen yaşamının hikayesi... Kurgu muhteşem... 
Uyku günün her saatinde onu çağırıyor; o da direnmeden, kendisini bu eski dostun düşlerle dolu oyalayıcı sıcaklığına bırakıyordu. Syf:104
Gündüz uyuyanlara çok kızardı eskiden. Gündüz uyunan evde bereket olmayacağına inanırdı. Syf:106      
Çocukların ayak sesleri ne kadar güzeldi. Yukarıda otururken, orta kattan üst kata çıkan herkesin ayak seslerini bilirdi Babaanne. Bu seslerden yorgunlukları, sıkıntıları, sevinçleri, iyi, kötü haberleri anlardı. Syf:117

Taylan Köken

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder