17 Nisan 2020 Cuma

alfabe...

HULUSİ ÖZOKLAV          
ALFABE / ŞİİR / OĞLAK / 2000 / 85 sayfa

Hulusi Özoklav’ın ilk son kitabıdır Alfabe. Naif, basit yazılmış. İster içine girebilirsiniz, ister ne bu diyebilirsiniz; seçim sizin… Hulusi Özoklav ve şiiri hakkında Radikal Kitap ekinde Şavkar Altınel’in kaleme aldığı bir güzelleme var. Şöyle ki:

            Gelecek hafta Hulusi Özoklav'ın ölümünün üstünden on beş yıl geçmiş olacak. Sağlığında Türkiye'de tek bir şiir yayımlayan, ölümünden sonra da tek bir kitabı çıkan Özoklav'ı edebiyatseverler çoktan unutmuş ya da işin başından hiç tanımamış olabilirler. Bu nedenle, gerçekte şiirle uzun ve köklü bir ilişkisinin olduğunu, Boğaziçi Üniversitesi'nin Matematik Bölümünü bitirdikten sonra ABD'ye giderek Michigan Üniversitesi'nde yalnız matematik değil şiir alanında da lisan üstü öğrenim gördüğünü, aynı üniversitede şiir dersleri verdiğini, dergilerde İngilizce şiirler yayımladığını ve bu dildeki şiirlerini Shades of Brown (Kahverenginin Tonları) adıyla bir araya getirdiğini belirtmek gerekebilir. Belki belirtilmesi gereken başka bir gerçek de ikimiz de çocukken tanıştığımız Özoklav'la ölümüne kadar neredeyse otuz yıl yakın arkadaş kaldığımız. Ama kendisini şair olarak önemsememin arkadaşlığımızdan kaynaklandığını sanmıyorum. Aradan nesnel olmama izin verecek kadar uzun bir zaman geçtikten sonra Özoklav'ın yazdıkları ve özellikle de Türkçedeki tek kitabı Alfabe bana hâlâ çarpıcı geliyor.
            Alfabe, adından da anlaşılacağı gibi, bir yanıyla okumak ve yazmakla ilgili bir kitap. Son çeyrek yüzyıl içinde bu konularda dünyada çok şey yazıldı ve bunların neredeyse tümü Türkiye'ye de ithal edildi. Dünyanın yazılarak oluşturulduğunu, 'gerçeklik' dediğimiz şeye baktığımızda aslında onun hakkında okuduklarımızı algıladığımızı, kendimiz yazmaya oturduğumuzda da metinlerarası ilişkilere girip okuduklarımızı bir şekilde yeniden ürettiğimizi vb. hepimiz öğrendik.
Ya da en azından bu, benim gibi, hâlâ harflerin, kelimelerin, ağzımızdan çıkan sözlerin ötesinde bir dünya olduğuna ve edebiyatın, kendi kendisiyle değil, ancak bu dünyayla bir karşılaşma içerirse bir değer ve öneminin olabileceğine inandıkları için öğretmenlerinin anlattıklarına kulak asmadan sınıfın arkasında pişpirik oynamaya devam eden birkaç haylaz öğrenci dışında kalanlarımız için geçerli.
'Okumayı öğrenmem yıllarımı aldı'
Hemen belirteyim ki Özoklav da böyle bir dünya olduğuna inananlardan. Onun 'okumak' (yani anlamlandırmak) ve 'yazmak' (yani anlamını kaydetmek) istediği "başka metinler" değil, bu dünya. Bu, kitabın içine serpiştirilmiş olan, adsız ama 'Alfabe Bölümleri' olarak adlandırılabilecek sekiz kısa düzyazı metinden açıkça ortaya çıkıyor. Bu düzyazı bölümlerden ilkini bütünüyle alıntılamak hem bu bölümlerin genel tadı hakında bir fikir vermek, hem de Özoklav'ın yaklaşımını vurgulamak açısından yararlı olabilir: Ana dilimin alfabesini küçük yaşta öğrendim: Bu a, bu b, bu c... Ardından heceleme geldi: b ve a, ba; b ve e, be; b ve i, bi... Ardından da okumayı söktüm. Okumayı öğrenmem yıllarımı aldı. Hâlâ da öğrenmeye devam ediyorum. Yalnızca yazılı metinleri değil; doğanın, insanların sembollerini de.
Bu düzyazı metinlerin arasında, en uzunu yedi dize, çoğu da yalnızca iki-üç dize olan kırk yedi şiir yer alıyor. Bu şiirlerin bir arada anlattığı ise ilk karşılaşmadan son ayrılmaya kadar bir aşkın hikâyesi. Dolayısıyla, Alfabe bir aşkı yazma çabası ya da, başka bir deyişle, yazının aşkla imtihanı.

Not: Şavkar Altınel’in yazısına Kenan Yüzel Beyin bloğundan ulaştım. Teşekkür ederim.

   Taylan Köken

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder