31 Mayıs 2013 Cuma

ışık hızı...

paranın elime geçmesiyle
elimden alınması arasında
geçen süreye ışık hızı denir.

taylan köken

30 Mayıs 2013 Perşembe

ayrım...

hayat bazen insanları
birbiri için
ne çok şey
ifade ettiklerini
anlasınlar diye ayırır..
p.coelho

taylan köken

29 Mayıs 2013 Çarşamba

28 Mayıs 2013 Salı

27 Mayıs 2013 Pazartesi

seçim...

hiçbir şeyi kendimiz sevmedik
giysilerimizi annemiz
okullarımızı babamız
arkadaşlarımızı abimiz
korkularımızı ablamız
başbakanlarımızı 
halk seçti hep!
met-üst

taylan köken

26 Mayıs 2013 Pazar

yaşlılık...

insanlar
yaşlanıyor ama
ihtiyarlamıyor artık!
met-üst

taylan köken

25 Mayıs 2013 Cumartesi

kendimiz...

kendi kendimize
benzediğimiz anlarda
canımız sıkılıyor...
met-üst

taylan köken

24 Mayıs 2013 Cuma

ömür...

yoksulluk, savaş, darbe, terör
nedeniyle yaşayamadığımız
boş geçen süreler
ömrümüzün sonuna eklenecek mi?
met-üst

taylan köken

23 Mayıs 2013 Perşembe

eskiden...

ben küçükken
twitter yoktu,
buralar hep tarlaydı...

taylan köken

22 Mayıs 2013 Çarşamba

sibel kekilli...

başlık;
"sibel, holylywood'a sevişerek girdi!"
ne kadar ilginç:
sibel, sanat hayatına da 
porno ile girmişti...

taylan köken

21 Mayıs 2013 Salı

terk...

babalarının terk ettiği kızlar,
kötülüklerinde cömert,
aşklarında hazin
ve güvenilmezdir.
perihan mağden

taylan köken

20 Mayıs 2013 Pazartesi

sana...

ben sana uyandım yine,
sen başkalarıyla uyurken...
edip cansever

taylan köken

19 Mayıs 2013 Pazar

ben nerdeyim...

dünde
bugünde
yarında
yüreğin kadar
yanındayım

kendini yalnız
hissettiğinde
elini kalbine koy
ben hep
ordayım

incir reçeli filminden

taylan köken

18 Mayıs 2013 Cumartesi

bisiklet ve aşk...

bisiklet sürmek gibidir aşk;
düşe kalka öğrenirsin.
öğrendiğinde denediğin ilk şey
ellerini bırakmak olur...
iskender över

taylan köken

17 Mayıs 2013 Cuma

ölü...

"ağlanacak halimize gülüyoruz"
deyip kızıyorlar,
o da bir şey mi?
ölünecek halime yaşıyorum ben...
turgut uyar

taylan köken

16 Mayıs 2013 Perşembe

layık...

sevişmekten bedeni moraran değil,
sevdiğini söylerken yüzü kızaran
kişilere layıktır aşk...
s. söğüt

taylan köken

15 Mayıs 2013 Çarşamba

özgürlük...

bir insana sırrını verdiğinde
özgürlüğünü de vermiş olursun...
elif şafak

taylan köken

14 Mayıs 2013 Salı

savaşmak...

kaybettiğin tek savaş
uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir.
che

taylan köken

13 Mayıs 2013 Pazartesi

zor...

zor olduğu için
cesaret edemediğimiz şeyler,
aslında biz cesaret edemediğimiz için zordur...
che

taylan köken

12 Mayıs 2013 Pazar

uzun bir adam...


İLHAN BERK
UZUN BİR ADAM / ANI / YKY/ 1997 / 99 sayfa

Yazko yayınlarında 1982 yılında ilk basımı yapılan kitabı, YKY 1993 yılında tekrar basmış. Benim elimdeki kitap ise 1997 yılı üçüncü basımı.
Yazarlığının, şairliğinin her ürününü sevdiğim İlhan Berk’in ailesiyle çocukluk döneminde yaşamış olduklarını aktardığı kısa bir kitap. Uzun yıllar yaşamış olan “Uzun bir adam”ın hayatının çok kısa bir dönemini (bence sadece bu bölümleri aktarmak istemiştir) izlemekteyiz. Özellikle kardeşlerini, tüm yalınlığıyla aktarmasıysa dikkat çekici.
Kitaptan notlar serbest alınmıştır:

Bir Fotoğraf
Yedi kardeşin fotoğrafı;
Saniye, Hesna, Huriye
Tevfik, Hüseyin, Halil İbrahim ve İlhan
 1922 yılında bir yaz günü…

İlhan Berk
Ne zaman, hangi şartlarda doğmuş bilmiyor.
Çocukluğum olmadı benim” diyor…
Sebep: Babasının ortada olmaması…

Manisa yanıyor;
İlhan ve ailesi dağlara kaçıyor.
Asker düşmanla cenk halinde…
İlhan beş yaşında,
İlk silah sesini
İlk topu,
İlk uçağı
İşte o zaman görür…
Yangın sonrası Manisa’ya inince
Bir Rum evine sığınırlar:
Ev, ev değil İlhan’ın gözünde
Bir mahalledir

İlhan’ın tek dünyası annesidir.
O dünyanın en güzelidir.
Sessiz, anlatmayan bu anne
Tüm eski kadınlar gibi
Sevgisini bakışlarında,
Çilesini yüreğinde taşır…

Bodur, esmer bir adam olan baba
İlhan’ın anasında yedi çocuk
Ve bir o kadar da ikinci eşinden yapar.
Çirkindir, ama zamparadır.
İşletmecidir, tüccardır ve muakıptır.
O da çok konuşmaz anası gibi
Ve bayramdan bayrama gelir çocuklarını görmeye
Tezvir Veli lakabı ise İlhan’ı çok utandırmıştır…

Manisa’dan İzmir’e iki haylaz arkadaş
Bisiklete bindikleri gibi
Denizi görmeye kaçarlar…

Hüseyin abisi için şiir:
Uzun biri ve tabancasıyla gider gittiği yere ve
Her sabah atı bağlanır
Ve dip odalı evler gibi sinirli gergin ve karanlık
Tevfik abisi için şiir:
Ve korkunç birinci mevki kokan ikincisi
(bir morina balığı gibi tembel ve cepaynaydı

Halil İbrahim abisi için şiir:
Ve yıkık ve ezik olan üçüncüsü –kulağının
Arkasında bir cigarayla dolaşır ve
Mendilinde kenar süsleri

İlhan’ın çocukluğu hiç olmamış
Çünkü, sapandan gayri oyuncağı olmamış
İlahi İlhan, çocukluğun yaramazmış
Kuşların ahını taşımışsın sırtında…

Ortaçağ kentlerine benzetiyorum çocukluğumu
Bitmek bilmez bir kül yığını   
Bitmek, tükenmez caddeler, evler, dükkanlar
İnsanlar, bitkiler, hayvanlar
Ve hiç eksilmeyecekmiş gibi duran gök…

Huriye ablası bir deli:
Uzun saçları var, uzun yüzü var
Söyleyecek çok sözü var…
Çocukluğunun bu çıplak sırdaşı
Manisa yangınında saçlarında tutuşarak ölür.
Yıkıldım ölüme, yıkıldım çocukluğumun bitişine…

Saniye ablası demek:
Yazları Salihli’ye annemle gidip
Ablamın evlerinde kalmak demektir.
Zengin eniştem sevdiğim bir insandı…
Annem, abim, eniştem öldüğünde
Bir daha ölüm kelimesini ağzıma almadım.
Ölüm benim için sıradan bir kelime oldu…

Şadiye yengesi en sevdiği yengesidir,
Hüseyin abisinin ikinci eşidir.
Onyedisinde almış getirmiş annesi
Oğlunun koynuna koymuştur tazeyi.
İşte İlhan’ın yeniyetmeliği
Bu yengenin yamacında geçer.
İlk yenge ise Girit’lidir:
Abim onu genelevden kaldırmıştı
Annem bu yüzden abimi bıraksın diye
Her şeyi yapmıştı
Ve son başarıysa Şadiye yengedir.

Çıraklık yılları, abisiyle
Manisa tren istasyonunda
Dondurma satmalarıyla başlar,
Sonra ciğercide devam eder.
Ciğercinin tezgahından parayı
Hacimento edince çıraklık da biter…
Sonra ayakkabı imalathanesi
Ve dişçide süren uzun çıraklık.
Dişçinin annesi çok titizdir
Ve İlhan’a düzeni ve temizliği öğretir.

İnsanın kendisi olmasının koşulu,
Kim olduğunu hiç mi hiç bilmemesidir.
                                         Nietzsche

Bir gençlik fotoğrafında İlhan var;
Ortadan ayrılmış saçlarıyla, delikanlı
Bir de Edibe var, güzeller güzeli Edibe
Kırşehir’de, o sürgün yerinde…

Hüseyin abisinin gündüz kahve
Gece meyhane olarak işlettiği mekana
Yengesiyle beraber imal ettiği rakıları taşır
Tekel çıkıncaya kadar
Sonra ve elini İstanbul…

Halil İbrahim abisi
Hüseyin abisinin fedaisidir:
Sürekli birilerini yaralar
Sonra hapse düşerdi…
İlhan ve annesi her seferinde
Yeni cezaevine yatak taşır…

Dervişali mahallesindeki evde
İlhan hem ilkokulu,
Hem de ortaokulu bitirir.
İlk şiirlerini yazar
Ve başka şairleri tanır:
Büyümüştür artık,
Hiç korkmaz artık
Yeniyetmeliğinde tanıştığı yazarlardan…


İlhan, uzun bir adam
İçine kapanık
Ve hep yazmaya koşullanmış.
Bu yüzden dersleri dinlemez;
Dersler onun düşünme yeridir
Ne yazacağım diye düşünür…
Sonra öğretmenlik yılları;
Derslik yerine, dışarıda göğe bakan
Bir uzun öğretmen ve çocukları
Artık bu yıllarda her şey
Daha anlamlı, daha somut
Artık ne yaptığını bilen
Bir uzun adamdır…

İlhan bu dünyanın dışında yaşar
Sözcüklerin arasındadır artık hep.
O yıllardan kalan son hatıra ise
1943 yılı Giresun’da verilmiş
Çok yapraklı bir nüfus cüzdanı…

Öğrene öğrene ihtiyarlıyorum.
                                         Solon

Dünyanın en iyi ayakkabılarını İlhan giyer
En iyi boyunbağını da takar ve
Özenle seçilmiştir gömlekler
Ve çok önemlidir…

Tanrı tanımaz bir adam İlhan
Ama bu bir seçim değil,
Bir karşı koyuş değil;
İhtiyaç duyulmayan bir evde
Sözünün anılmadığı bir evde
Doğal olarak oluşan
Bir Tanrı tanımazlık…
Zaten Tanrı çoğunluğun ihtiyacından doğmamıştır?

İlhan birçok şeyi sever:
Galata’yı ve Süryanileri (uzun yüzlü Süryanileri)
İsa’yı, mavi gözlü çocuk İsa’yı
(ki havarileri hep balıkçıdır ve sepet örerler)
Çocukları (ki hep elimden tutmuşlardır
Ve bana dillerini öğretmişlerdir)
Susaatlerini, kalemleri
(çünkü yeryüzünün en eski bulmalarıdır)
Y harfini (ki Latin alfabesinin en erotik harfi)
Homeros ve Borges’i
(ki dünyanın iki ünlü körüdür
Ve onların gördüğünü daha kimse görmemiştir)
Haendel’i (ki denize çıkan sokaklara benzer
Ve çocukken martı olmak istemiştir)
Ve de deniz kırlangıçlarını
(ki yere en yakın uçarlar)
Ve de virgül’ü
Ve de…

Yemek yapmak
Yemek yemek
En önemlisi yemeği seçmek!
Uzun bir adam
Uzun mu uzun yaşamında
Yiyecekleri çok iyi seçer…
Seçmiştir…

Bir ölüm.
Halil İbrahim abisi
Bir otel odasında
Ölü bulunur…

İlhan için ölüm
Bir sözcükten öteye gitmemiştir.
Onda ihtiyarlık düşüncesi var olmadı.
Ne kendi ölümünü düşünmüş
Ne de başkalarının mezarlarını bilmiş,
Kısaca, ölümü hep yadsımıştır…

İlhan isimli bu uzun adam
Yazmak ile var olmuştur;
Yazmak, yaşamın yerini almıştır…
Yalnız yazmak acı verir…
Tek mutlu olduğu,
Deliler gibi sevindiği
Aşkı bulduğu şey;
Resim yapmaktır…

Son kısım yine poetika’ya:
Tüm kitapları, hatta bazı seçilmiş şiirler
Kitabın son bölümünde
Tek sıra halinde yürürler
Bir bayram yürüyüşü gibi…
Şiir için tek düşüncesi vardır
Bir uçbeyi olarak tek ideali:
Gözü hep tehlikeli sınırlardadır
Ve şiir için son nokta yoktur…

Böyle görüyorum kendimi,
bir yazıya vurmuş,
bir yazı olmuş beni.
    
Taylan Köken

10 Mayıs 2013 Cuma

şifalı otlar kitabı...


İLHAN BERK
ŞİFALI OTLAR KİTABI / DENEME / YKY / 2004 / 129 sayfa

İlhan Berk “Şiirin Uç Beyi”dir. Ama artık onun düz yazıda da hayli yetkin denemeler ürettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Yapı Kredi şairin kıyıda köşede kalmış, az bilinen eserlerini (sanırım bir külliyat yaratmak için) yayınlamaktadır.
1982 yılında Karacan Yayınlarından basılan kitap, ufak tefek eklentilerle YKY tarafından yeniden basılmıştır. 2004 yılında basılan bu kitabın tekrar basımlarının olduğunu biliyorum.
Uzun yıllar Bodrum’da yaşayan şair, burada bulunan, mevsimsel tüketilen otların insan sağlığı için ne kadar değerli olduğunu değişik örneklerle aktarmaktadır. Bu işin içine girince diğer bilgilerle çeşitlendirmiş yazılarını ve okuması çok zevkli yazılar ortaya çıkmıştır. Yararlandığı kitapları kaynakça bölümünde aktarır şair. Meraklısı alıp okusun der gibi…
Yer yer bulmacalardan örnekler verir; Dal üstünde sarı oğlan (Ayva), Dal üstünde ateş yanar (Kiraz) gibi…
Yer yer bilgelerin, yazarların bitkiler, otlar üzerine söylediği sözlerden örnek verir; “Yaprakların yaradılışını düşün” (Gazali), “Ebegümecinden, ondaki zenginlikten habersiz budalalar…” (Hesiodos), “Ah ben, ki henüz gonce iken solmuş gül” (Fikret) gibi…
Şifalı Otlar Kitabı iki bölümdür. Giriş yazılarından sonra, birinci bölümde özellikle şairin sevdiği ve seçmiş olduğu otların, sebze ve meyvelerin tanıtımı ve yararları vardır. Bu bölüm Şifalı Otlar olarak isimlendirilmiştir. İkinci bölümde ise bu şifalı otları araştırırken okumuş olduğu kaynaklardan derlenmiş, değişik dönemlerdeki uygulamalar üzerine kısa, sade yazılar bulunmaktadır. Bu bölüm ise Okuma Parçaları olarak isimlendirilmiştir.          
Zevkle okuyacağınıza inandığım bir başka İlhan Berk kitabı…
  
Taylan Köken

9 Mayıs 2013 Perşembe

poetika...


İLHAN BERK
POETİKA / DENEME / YKY / 1997 / 58 sayfa

İlhan Berk “Şiirin Uç Beyi”dir. Bu bey ikinci yeni akımının kurucularından ve uzun ömrünün sonuna kadar çizgisinden öden vermeden yazmıştır. İlhan Berk’in poetikasını aktardığı birkaç yazısından oluşan kısa bir kitap. Kült Kitap şiir üzerine düşüncelerini, şiir serüvenini ve hem yol arkadaşlarının hem de dünya şairlerinin fikirlerini aktardığı, altını çizdikleri düşünceleri, dipnotlarını aktardığı bir kitaptır.
Rahmetli ölmeden önce Yapı Kredi’de yapmış olduğu bir sohbetine katılmıştım. Şiir hakkında düşüncesini bir sayfaya özetlemiş ve bunu örnek bir şiirle beş dakikada okuyup aktarmıştı. Sonra sorular bölümüne geçilmişti, iki kısa soru ve cevaptan sonra bir katılımcı Ortaköy şiirindeki kedinin ne olduğunu sorunca, sinirlendi ve “Siz ne anlıyorsanız odur” dedi söyleyişi sonlandırdı. Bir saat sürmesi gereken ve uzun zamandır dört gözle beklediğimiz söyleşi onbeş dakikada bitmişti.
Kitabın son bölümünde yer alan Anlam Her Şey Değildir bölümü o sohbet toplantısının da özetiydi…
Kitaptan birkaç kısa notla devam edelim:
“Dil, dış dünyayı, gerçekliği yansıtmanın aracı değildir, aksine dil, edebiyatın nesnesi olarak, gerçekliği yıkar.” Maurice Blanchot sf:7
*
Dil, anlatma aracı olduğu değin tersini de içerir. Kendi dışında hiçbir şey anlatmayabilir. Şöyle de söyleyebiliriz bunu: Anlamın olmadığı yerde de işlevini sürdürür. Şiirde bu daha belirgindir. Sf:9
*
Sessizlik! Yazılmamış gibi görünen, bu yüzden de asıl büyük etki saçan, dev boyuttaki anlam olan, sessizlik! Şiirin imlediği, gözümüze gözümüze soktuğu, ama gene de bir giz görümünü koruyan bam teli buradadır. Sf:17
*
“Mısra benim namusumdur.” Yahya Kemal sf:29
*
Dizenin asıl önemi şiiri başlatan dize olmakta yatar. Bu da her şeydir. Böyle dizeler şiiri hemen ele verir. Yalnız ele vermekle de kalmaz, neredeyse şiirin gövdesini ortaya koyar. Yolculuğu boyunca da izleyeceği bütün konakları çizer. Şiirden beklediğimiz her şeyi, en başta da şiirin yapısını, içeriğini, biçimini, dahası sesini, daha nice şeyi önümüze döküverir. Sf:31
*
Şiir bir şeyi anlatmaz, anlaşılmak için de değildir.

“Akılla yazılan şiir en kötüdür bence.” Oktay Rifat sf:51           
  
Taylan Köken

8 Mayıs 2013 Çarşamba

batık kent...


SABAHATTİN KUDRET AKSAL
BATIK KENT / ŞİİR / YKY / 1994 / 132 sayfa

Sabahattin Kudret Aksal sade ve yumuşak dilini nerdeyse unutmuştum. Batık Kent bana onun ne kadar iyi yazar ve şair olduğunu tekrar hatırlattı diyebilirim. Şiir sevenler için nitelikli bir kitap olarak tanımlayabilirim. Kitap öldüğü yıl yayınlanmıştır. Sanırım ölümünün ardından üzerinde çalışılmış olan bu kitap hemen basıma verilmiş olmalı. Son Şiirleri YKY’da Bütün Eserleri dizisindeki yerini almıştır.
Kitap iki bölümden oluşuyor: Birinci bölümde şairin uyaklı şiirleri, ikinci bölümde ise serbest olarak yazdığı şiirleri bulunmaktadır. Her iki türden iki şiir aktaracağım.

SİZ GELİRKEN

Eşyadan koptum uzağa
Güzle el ele yürüdüm
Hazin şenliktin ey doğa
Hep ezik güneşler dürdüm

Harap bahçelerden geçtim
Ölmek için yanınızda
Savruldum öteye, hiçtim
Sonu buldum kapınızda. Sf:54


SÖZLER

1
Gökler hiç durmaz ki yerinde (söylenden alıntı) bulutlar
         alıp götürür onları bir yere.

2
Geceyi açıklayamazsınız: Bilim nedenini bulmuş,
         yine de sorar çocuk, neden gece!

3
Güze bakıyorduk parkta, yürüyemiyordu, tökezleyip
         kalıyordu bir ağacın dibinde.

4
Kitaplar gözlerimizle var, dokunduğumuzca nesne o,
         kokladığımız denli. Yazgıları!

5
Denize bakar gibi görünüyor, oysa baktığı başka
         bir yer var. Orda, her şey, gemiler…

6
Yaşamı yazıyoruz, başka deyişle yeryüzünü, neden
         daha çok gelgeç dediğimiz şeyler! Sf:117

Taylan Köken

7 Mayıs 2013 Salı

alleben öyküleri...


ÜLKÜ TAMER
ALLEBEN ÖYKÜLERİ / ÖYKÜ / YKY / 2002 / 58 sayfa

Alleben Deresi Gaziantep’in içinden geçmektedir. Tıpkı bu dere gibi Ülkü Tamer’in Sitti Zeynep, Çete İsmail, Şekerci Asım ve Macı Hüseyin’i Gaziantep’in bağrından çok iyi bir kurguyla bu kitapta bize ulaşmıştır.
Ülkü Tamer keşke başka kişileri de katarak, o naif diliyle bize aktarsaydı. Kitap çok kısa ama dopdolu ve Gaziantep’in dilini, folklorunu çok güzel aktarmaktadır.
Kitaptan not aktarmayacağım. Okunmasına inandığım bir kitap.   
  
Taylan Köken

6 Mayıs 2013 Pazartesi

ay gözetleme komitesi...


MAHİR ÖZTAŞ
AY GÖZETLEME KOMİTESİ / ÖYKÜ / YKY / 2002 / 141 sayfa

Ay Gözetleme Komitesi ilk olarak 1987 yılında Çizgi Yayınları tarafından basılmıştır. 1988 yılında Sait Faik Hikaye Armağanını kazanmıştır. Mahir Öztaş’ın ilk düzyazı edebiyat ürünüdür. Öyküleri Balkonda, Ay Gözetleme Komitesi, Bütün Saatlerde Gün Batımı, Geçen Yaz Hüzünle, La Machine Infernale ve Yolun Vahşi Kıyısı adlarından oluşmaktadır.
Kitaptan notlarla devam edelim:
Balkonda öyküsünde iki edebiyat adamının yazın üzerine konuşması. Opera kavramını irdeleyen bir öykü.
Ay Gözetleme Komitesi öyküsünde Ramazan ayının doğru başlamasını tespit için bazı ülkelerde kurulan ve din ulemalarından oluşan komitedir. Din’in, İslam’ın, Çöl’ün yaşamımızı, evlerimizi nasıl etkilediğine dair bir hikaye…
Bütün Saatlerde Gün Batımı öyküsünde iki arkadaş –biri genç yazar- yaşlı bir yazarı ziyaret ederler. Yaşlı, münzevi yazar onlara gezilerinin hikayesini anlatır. Aslında oralara hiç gitmemiştir. Gezi, yolculuk, zaman ve yazarlık üzerine bir öykü…
Geçen Yaz Hüzünle öyküsünde yazar ve arkadaşı, kadınlar ile ilişki üzerine tartışır. Yazar geride bırakılmış bir yaz mevsiminden yaşananlardan örnekler vererek konuyu açar.
Yolun Vahşi Kıyısı öyküsü kitabın hem en uzun öyküsü, hem de şah öyküsüdür. Naz bir genç kadındır. Onun ilk sevgilisi Mete ve sonra hayatına giren ikinci erkek Taner. Yazar tüm ilişkilerin şahidi, hakimi ve kaçkını… Naz’a olan tutkusu; ona ulaşmaya çalışan başka bir erkeğin çırpınışı…

Her şey anımsadığımız kadarıyla var sf:19
*
“Seni tanıdıktan sonra kendimi yolun vahşi kıyısında buluyorum. Her türlü değerin, alçalmanın, ölümün ve aşkın iç içe girdiği bir kıyıda. Ne öyküden vazgeçebiliyorum, ne de senden. Yazdıkça seni yitiriyorum, daha çok özlüyor ve sonsuza dek görememek düşüncesinden ürküyorum. Seni sevdiğimi söylemek istiyorum, bu denli yalın, sözlerden bıktım, ama ya düşlerde olduğu gibi sesim hiç çıkmıyor ya da haykırıyorum yazının o dilsiz yüreğiyle, sesim yolun vahşi kıyısının o cehennemi gürültüsü içinde kaynayıp gidiyor.” Sf:73
*
Bir kadının arzu ve düşlerinin sınırlarını kim bilebilir? Bu sınırları sözcüklerle anlatmaya çalışmak sonuçsuz bir çaba. Erkekler bir kadının düşleminde doğup ölen tanrılar gibidir. Sf:130
*
Tuhaf olan, geçmişle ilgili anımsadıklarım, neredeyse bir tek bu yazıyla sınırlı, onun dışında her şey neredeyse belleğimden silinip gitmiş. Sf:133
         
Taylan Köken

5 Mayıs 2013 Pazar

işkilli memo...


CEVDET KUDRET
TEODOR KASAP –İŞKİLLİ MEMO / ARAŞTIRMA / ELİF / 1965 / 54 sayfa

Bir Rum vatandaşımızın “Milli Tiyatromuzu” savunan ilk kişi olmasını, bu küçücük kitaptan öğrenmek bir hayli ilgi çekici oldu. Tabii kitabı hazırlayan kişinin Cevdet Kudret gibi gerçek bir yazın adamı ve yetkin bir araştırmacı olması, kitapta rastladığımız bilgilere boşuna şaşırmadığımızın delilidir. Üstat belli bir dönemde yaşanan ve dönemin yazın alanına taşınan, olayı derleyen toparlayan bir kitap hazırlamıştır. Türk Tiyatrosunun kuruluş dönemindeki sıkıntılar ve karşıt görüşlerdir bu düşünceler.
Kitap Teodor Kasap’ın Hayatı ile başlar. Kasap Kayseri’de doğmuş (1835) ve İstanbul’da ölmüştür (1905). Babası Kayserili bir Rum manifaturacıdır. Eğitimini tamamlayıp bir süre Fransa’da da kalan Teodor Kasap İstanbul’a gelip ilk resimli “eğlence gazetesi” olan Diyojen’i 1870 yılında kurmuştur. Birkaç basımı durdurulan ve sonra tamamen yayından yasaklanınca, 1873 yılında Çıngıraklı Tatar çıkar ve kapatılınca yine 1873 yılında Hayal adlı başka bir gazete kurulmuştur.
Teodor Kasap’ın Tiyatro Üzerine Görüşleri bölümünde çeşitli dergi ve gazetelerde çıkan yazılarında yer alan tiyatro üzerine tartışmaları yer almaktadır. Teodor Kasap kısaca şöyle düşünmektedir: Batı’nın ahlak ve toplumsal yaşamının bir tezahürü olan Batı Tiyatrosunda da kendini gösterir. Nasıl Batının gelenek ve görenekleri bize uymazsa, tiyatrosu da, o tiyatroda sergilenen fikirlerde bize uymayacaktır.
Teodor Kasap “ortaoyunu”, “meddah” ve “karagöz” gibi geleneksel tiyatromuzun unsurlarının Batı oyunlarına uygulanarak yaşatılması gerektiğini savunmaktadır.
Özellikle Fransızların etkisinde kalan, Batılı anlamda fikirlerin düşün ve yazın alanında ürünler vermeye başlamasından geleneksel tiyatromuz da etkilenecek ve çevirilerle yeni oyunlar oynanmaya başlayacak ve ilgi görecektir. Bu ilgi üzerine şairlerimiz, yazarlarımız yeni tiyatro oyunları yazacaklardır ve geleneksel tiyatromuz gerileyecektir.
Tartışmaya katılan Namık Kemal, tiyatronun ahlaklı olması konusunda Teodor Kasap’a katılmış ama diğer yönden karşı fikirlerini de acımasızca söylemiştir; Edebiyatın vatanı yoktur. Bir fikir sahih ise, bir lisanda edeceği tesiri diğer lisanda da tamamıyla icra eder.
Eserleri bölümünde Teodor Kasap’ın çevirileri ve geleneksel tiyatro için çeviri uyarlamaları vardır. Alexandre Dumas’nın Monte-Kristo romanını çevirmiştir. Moliére’in Cimri oyununu Pinti Hamit olarak uyarlamıştır. Fakat bu çeviri Abdülhamit döneminde başına işler açtığını sonradan Yunanistan’da yaşayan oğlundan öğreniyoruz. Diğer bir başka uyarlaması ise kitapta neşredilen yine Moliére’nin Sganarella adlı oyunun İşkilli Memo olarak Türkçeye uyarlanmasıdır. Cevdet Kudret kitapta yayınlanan bu oyun hakkında kısa ama ilgi çekici analizler yayınlayacaktır. Yine Alexandre Dumas’nın bir oyununu Para Meselesi olarak uyarlayacaktır. Son olarak Victor Hugo’nun Lucréce Borgia adlı dramını Lükresya Borciya olarak uyarlayacaktır.                        
İşkilli Memo Ortaoyunu tarzında uyarlanmış bir eserdir. Tek perdelik bu kısa oyunun teksi kitabın son bölümünde verilmiştir.
Son olarak bu eski ve mini kitabın önemini bir kez daha belirtmekte fayda görüyoruz. Hem Cevdet Kudret sevenler için, hem de kitapseverler için…
  
Taylan Köken 

4 Mayıs 2013 Cumartesi

felatun bey ve rakım efendi...


AHMED MİTHAT EFENDİ
FELÂTUN BEY İLE RÂKIM EFENDİ /ROMAN /BORDO-SİYAH/ 2004 /222 sayfa

Ahmed Mithat Efendi Türk yazınının öncülerindendir. 1844 yılında İstanbul Tophane’de doğup 1913 yılında vefat eden Ahmed Mithat edebiyatın her türünde yapıtlar vermiştir. Kitap ilk olarak 1875 yılında yayınlanmıştır. Günümüz dilene hazırlayan Kemal Bek’tir.
Felâtun Bey çarpık batılaşmanın, kötülüklerin ve kaybedişin timsalidir. Râkım Efendi, düzgünlüğün, onurluluğun, çalışkanlığın, iyiliğin ve kazanışın timsalidir. Yazar bu iki kişiliğin zıtlıklarından dersler çıkarmakta ve doğrunun nasıl olması gerektiğini okura aktarmaktadır. Yine yazar bir meddah tarzıyla konuyu okuyucularıyla sohbet eder gibi aktarmaktadır. Bu Ahmet Mithat’ın her romanında görmüş olduğumuz tarzı.
Rakım Efendi, Ahmed Mithat’ın kendisidir. Kendi yaşamından kesitler sunmakta ve vermiş olduğu yaşam mücadelesinden kesitleri Rakım Efendi’nin kişiliğinde görmekteyiz. Ve her zaman olduğu gibi kitap mutlu sonla biter…           

Taylan Köken

3 Mayıs 2013 Cuma

dürdane hanım...



AHMED MİTHAT EFENDİ
DÜRDÂNE HANIM /ROMAN /BORDO-SİYAH/ 2004 /222 sayfa

Ahmed Mithat Efendi Türk yazınının öncülerindendir. 1844 yılında İstanbul Tophane’de doğup 1913 yılında vefat eden Ahmed Mithat edebiyatın her türünde yapıtlar vermiştir.
Dürdâne Hanım romanı romantizm ile realizm akımlarından etkilenen bir roman olarak anılmaktadır. Daha önce okuduğumuz Ahmed Mithat romanlarında görmüş olduğumuz üsluba bu romanda da rastlamak mümkündür. Şöyle ki; Ahmed Rasim romanının genel manzarasını İstanbul yaşamından alır. Kişiler bu İstanbul yaşamının içindeki kişilerdir. Dolayısıyla yaşadığı devrin fotoğrafını çok iyi bir biçimde bize aktarmaktadır. Bunu aktarırken de bir meddah gibi, bir öğretmen gibi, sanki karşısında dinleyiciler (bunlar tabi ki okuyuculardır) varmış gibi onların dikkatini dağıtmadan anlatmaya çalışmaktadır. Romanları genel olarak bu havadadır.
Ulviye Hanım yani Acem Ali Bey komşusu Dürdâne Hanımı içine düşmüş olduğu aşk çıkmazından kurtarmak isteyen ve bu uğurda kılıktan kılığa giren (erkek kılığı da dahil) iyi niyetli, zengin bir İstanbul hanımefendisidir. Romana adını veren Dürdâne Hanım ise iki aşk arasında kalmış olmasından dolayı, her şeyi göze alarak sevdiği hayırsız adamla birlikte olan bir genç kadındır.
Ulviye Hanımın yapmış olduğu planla, bir hafiye gibi çalışarak neler yapacağını ve sonuçlarını ise kitabı okuyacaklara bırakalım.
Ahmed Mithat Efendi zamanının teknolojik gelişmelerini takip eden ve bunlarla ilgili fikirlerini romanlarının içine yerleştirmektedir. Kitaptan ilginç bir örnek vermek istiyorum: Kitabın 110. sayfasında andığı “telefon” yani “nakil-i sadâ”dan bahsetmektedir. Ahmed Mithat bu aletin kullanıldığı dönemde hakkında sadece bilgi sahibidir. Muhtemelen görmemiştir. Telefon hattını komşu yalıya Dürdâne Hanımın odasının duvarına yerleştirerek gizlice odadaki konuşmaları Ulviye Hanım’a dinlettirmektedir… Yani ilk gizli dinleme, telefonla yapılacaktır…

Taylan Köken

2 Mayıs 2013 Perşembe

sonsuzluk sessiz büyür...


HALİKARNAS BALIKÇISI
SONSUZLUK SESSİZ BÜYÜR / DENEME / BİLGİ / 1986 / 212 sayfa

Bence Halikarnas Balıkçısı Türkiye’nin en önemli düşün adamlarından biridir. Sanırım hep “çağının ötesinde yazmış” desek yanlış olmaz. Bu düşüncemizi bu kitabı da bir kez daha kanıtlamaktadır. Arkeoloji ve tarih üzerine yazmış oldukları, tespitleri ve akıcı dili bir harika.
Kitap üç bölümden oluşuyor: Tarih Söyleşileri’nde 1950 yılında Demokrat İzmir’de yazmış olduğu yazıların toplamı. Her biri muhteşem yazılar. Benim için bu yazılar ufuk açıcıdır.
Büyük Kukuriko 1948 yılında Her Sabah gazetesinde tefrika edilen romanıdır.
Son bölümde ise Öteden Beriden bölümünde altı adet kısa yazı bulunmaktadır. Bu bölümdeki Yalan yazısı ise bir harika. Sırf bu yazı yüzünden kitap alınır desem sanırım yazının önemini aktarmış olurum.     
  
Taylan Köken

1 Mayıs 2013 Çarşamba

ne yerde ne gökte...

Beyaz mendiller vardı havada
Çalgılı gemiler balkonlarda açık saçık
Bir kız vardı yok gibi öyle güzel
Ne yerde ne gökte belki tuzda
Acısında ekmeğin dilim dilim buğusunda

Kendine göre evlerin damı çatanası
Bacaların şakırtısında akşam akşam 
Saksılar sedirler tahtaların güvercini
Otursa kısa çoraplarını çekse dilenmese
Beş çocuk anası el

Eciş bücüş maydanoz bahçeleri
Düğümlü balıkları bekleyişin
Uzun etme iki gözüm biraz da bize uğra
Bu lambanın karpuzu benim işte
Benim işte bu testi
Benim işte bu soysuz sevdaların musluğu

Oktay Rifat

Taylan Köken