11 Eylül 2025 Perşembe

bir imparatorluk çökerken...

 

CAHİT UÇUK

BİR İMPARATORLUK ÇÖKERKEN / ANI / YKY / 1999 / 504 sayfa

 

Cahit Uçuk’un çok satanlar listesine de giren, ailesinin hikâyesini anlattığı bu kitabın, YKY’de ilk baskısı 1995 yılında basılmış, benim elimdeki nüsha ise 1999 yılına ait 7. baskı.

Cahit Uçuk, 1909 Selanik doğumlu olup, babası ve anne tarafından dedeleri paşa rütbelerine sahip ailelerdir. Osmanlı’nın bu son çeyreğindeki sıkıntılı dönem, Cahit Hanımın çocukluğuna denk gelmektedir ve devletimiz sürekli kaybederken, aile de kaybetmiştir.

Kitap aynı zamanda ailenin kişisel muhacerat tarihidir…

Selanik’te de yine o tuhaf rüzgârlar esmekte. Gerek benim, gerekse kardeşlerimin çiftliklerine Bulgar ve Rum çeteciler baskınlar düzenliyor. s.36

Selanik’te baskı artmaya başladığı yıllarda Cihat Hanım henüz dünyada değildir.

İsyan doluydu. O Selanik’te doğmuştu. Oradaki Hıristiyanlara Hıristiyan oldukları için değil onlar serbest yaşayabildikleri için hep imrenirdi. Beyaz Kule’de deniz kıyısındaki kahvelerde, gazinolarda kadınlar erkeklerle oturup yer içerlerdi. Hatta buz gibi soğuk biralarını da karşılıklı erkeklerle tokuşturarak içerlerdi. s.43

Cahit Hanım, annesinin bu serzenişini Selanik’te yaşayan Müslümanlar ile Gayrimüslimleri kıyaslamak aşısından vermektedir. Yazar, yaşamına etki eden kentleri çok iyi analiz edip, dönemin şartlarına da dikkat ederek ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak kitap boyunca açık bir dille aktarmaktadır.

Yazar, Hadiye ile Vehbi bölümünde zengin evlerinde evlilik hazırlıklarının nasıl yapıldığını, adetleri tüm ritüelleriyle aktarmaktadır. Bu bölümün ve kitabın ilerleyen birçok bölümünde rastladığımız başka bir özellik ise farklı sınıfsal zümreler hakkında bilgiler de vermesidir…

İttihat ve Terakki Fırkası adı altında yeni bir fırka kurmaktayız. Eski ideal arkadaşlarımızın birçoğu burada. Günler geçtikçe öyle bir parti olacak, öyle bir güçlenecek ki, başımızdaki kimseye dur diyebilecek, onu hizaya getirecek, kuvvetlenecek… s.94   

Evde sadece kadın ve çocuklardan oluşan, korumasız bir aileydiler artık… Müslüman mezarlığının yerle bir olduğunu görmüşlerdi….. Taşları devrilmiş, ortada kalmış bir sürü ecdat mezarı, ilk önce Bulgar sonra Yunan tekmeleri, baltaları ile sökülüp yok olmuştu…. İçinde yaşadığı şehir bilmediği, yadırgadığı, gerçek olduğuna bir türlü inanmadığı başka Selanik’ti sanki. s.173

Aile Selanik’ten İstanbul’a göç eder. Sonrasında: Konakların çoğunun iç hizmetlerini gören aşçılar, yamaklar, uşaklar, ağalar savılmış, cariyeler azad edilmiş ya da çırak çıkarılarak evlendirilmiştir. s.186 

Aile İstanbul’da birkaç ev değiştirdikten sonra, Cahit okul çağına gelmiş ve yabancı bir mürebbiyenin işlettiği özel bir okula başlamış, ancak ülkenin durumu nedeniyle babası maaşını dahi alamaz olmuş, Selanik’ten getirmiş oldukları maddi imkânlar kısa sürede tükenince okuldan ayrılmaya karar verir. Tam da bu zorluklar yüzünden okulun bırakılmasına karar verildiğinde Fransız mürebbiye de ülkesine kaçınca beyi daha fazla devam edememiş okulu kapatmak zorunda kalmıştı. İşte bu dönemde aile dostları Vehbi beyin amcasının oğlu olan Balıkesir Taridat Müdürü Cemil Bey aileyi rahat geçinebilmeleri için Balıkesir’e davet eder. Ailenin artık yeni günleri Balıkesir’dedir. Aile burada çiftlik yaşamına geri döner, eker, biçer, en azından ürettikleriyle karnını doyurabilmektedir artık. İstanbul işgal altındadır, aile babasının topraklarına yakın bir yerde görevlendirilir ve Hekimhan’a yerleşir. Kurtuluş Savaşı’nı burada geçiren aile Cumhuriyet sonrası Antalya’ya geçer ve yazar anılarına bu son durakta nihayete erdirir.

Cahit Uçuk’un anlamlı anılarının çok naif ve akıcı bir dille kaleme alındığını, dönemin ağır koşullarını başarılı bir şekilde yansıttığını ve çok rahat okunduğunu dikkatinize sunmak isterim.

Ps: Aile Selanik ve elbet Balıkesir’de de Ayvalık zeytinyağı tüketmektedir… Kitapta, Ayvalık’ın adı zeytinyağıyla iki kez yer almaktadır.

Taylan Köken

9 Eylül 2025 Salı

gövde'm...

 

ENİS BATUR

GÖVDE’M / DENEME / SEL / 2007 / 268 sayfa


Enis Batur özel ansiklopedisinin yedinci kitabı; Gövde’si üzerine. Gövde üzerine, gövdelerimiz üzerine, beden üzerine, el, ayak, kol, bacak, yüz, göz, kulak ne varsa vücudumuzda bir bütün oluşturduğunda beden olacak şekilde… Vücut, beden yazar tarafından ameliyata yatırılıyor. Kendi gibi ameliyata giren nice yerel-dünya yazın insanıyla birlikte, elele kolkola paramparça ediyor bedeni; hiç acımadan…

 

Kitaptan devam edelim:


Benzemek, benzememe payını gerektiren bir durumdur. 
Sf:12

*

Ahlak, bana doğamı yadsımamı öğretir. Sf:16

*

Giyim kültürü ve moda, gövdemi kullanmıştır hep: Onu kurar, esirger, açığa vurur, hatta açıklarlar. sf:17

*

Soyunmak, belli bir noktada arınmışlığı simgeliyor elbette. Sf:19

*

Ey ölü, sen benim asla sahip olamadığım ve olamayacağım şeye sahipsin: İşte bu bedene. Sf.21

*

Genç gövdenin yaşlanma hızının ne ölçüde yüksek olduğunu bilmeden, fark etmeden yol alır insan. Belki de bundan, pek çok yaşlıda ölüm düşüncesi de ağırlaşır.  sf:29

*

Deliksiz ve uzun. Bunun, vicdanımın rahatlandığını kaynaklandığını söylerim. Eşim tam tersi kanıda: Vicdansız olduğum için böyle uyuduğumu söylüyor. Sf:44

*

Çin’de anayasal bir haktır çalışanın siesta yapması… sf.45

*

Şeytan tırnağı üzerine: Tek koşulu vardır bu anlamsız uç verişin: Nasıl gelmişse, öyle, nedensiz, çekip gidecektir. sf:69

*

Büyük yağmurlar geniş çölleri tutar. Kimse yokken, sessiz ve derin sağanak geçer koyaklarımızdan. Hiç ağlamayan insanlar vardır: Onların içini sarkıtlar dikitler kaplar. Sf.74

*

“Yazmak, tıpkı kaşınmak gibi” diyor atam. 

“Hem keyif, hem acı verir.” Sf:82

*

Yazma sancısı ayrı bir şeydir, yazamama sancısı apayrı şey. sf:87

*

Şiiri kurusun… sf.95

*

Anımsıyorum nasıl unutulur, konser boyunca Bilge [Karasu], başını öne eğer, gözlerini yumar, dinlerdi. Bu da bir yol. Sf.103

*

Peygamberin ayağı, kulun izlemesi gereken tek yönü işaret eder. Nereye yürüyeceğinizi bilin. Sf:138

*

Termossos’taki görkemli taş ayak bir inanç simgesiymiş. Sf.139

*

“Ayak ölüme giden bir organ…” Primo Levi sf.141

*

Ölümün sessizliği oysa bambaşka… sf.170

*

Elverişsiz koşullarda, hemen hep bekâr yaşayan Ece Ayhan iki ay evimde kaldı, biraz şaşırmıştım çok temiz olduğunu görünce, çamaşırı bile eliyle yıkardı. Sf.176

*

Bilebildiğimiz kadarıyla, yeryüzünde, kendi türünün, başka türlerin üzerinde işkence uygulama eğilimi taşıyan tek canlı insan. Sf.205

*

Bütün yasaklar baş’tan doğar, vücuda yayılır. Sf.249

 

Taylan Köken

5 Eylül 2025 Cuma

hotel glasgow...


ŞAVKAR ALTINEL

HOTEL GLASGOW / ANLATI / YKY / 2014 / 105 sayfa

 

Şavkar Altınel, “inanılmaz sıcak bir Paris öğleden sonrasında” Enis Batur’la buluşmuş ve bu kitap projesini kendisiyle paylaşmıştır. Bundan ötürü kitap “Enis için”le başlamaktadır.

Kitabı okumaya başladıktan sonra Şavkar bey Paris’e gelince kentte bulunan Glasgow Hotel’i keşfeder. Kitabı bir kenara bırakıp böyle bir otel var mı diye internete girdim hemen. Hotel Glasgow, gerçekten vardı ve 3. rue de la Félicité 75017 Paris adresinde üç yıldız ile faaliyet gösteriyordu. Yanlış anlaşılma olmasın, yazara güvenmediğimden değil; Paris’de bu isimde bir otelin olmasını merak ettiğimden gerçekliğini sorguladım…

Kitaptan bazı bölümler:

 

Şavkar “İngiliz” olarak düşündüğü her şeyin milliyetçiliğin kol gezdiği İskoçya’da “İskoç” olarak nitelendirilmesi gerektiğini Glasgow’da yaşamaya başlar başlamaz öğrenmişti. s.13   

 

Şavkar burada ömrü boyunca gerçekten istediği tek şey olan yazarlığa doğru ilk bir iki adımını atıp kendine bir edebi kimlik oluşturmaya başlamış ama mutlu olmamıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse zaten hiçbir yerde mutlu olmamış, hayatını hep sınırlı, dar, eksik bulmuştu.

Anglikan cenaze törenlerinde rahibin kullandığı “Hayatın ortasında ölümün içindeyiz” cümlesinden hareket ederek ağzından “Hayatın ortasında Glasgow’dayız”… s.19

Her yolculuk her şeyi ardımızda bıraktığımız yeni bir başlangıçta… s.22

Çokkişilikliliğinin niçin bir hastalık olarak görüldüğünü de hiçbir zaman anlayamamıştı. s.24

Şavkar “yetenek” diye soyut bir gücün varlığına hiçbir zaman inanmamıştı. Sanatın gerçek kaynağı ona duyulan ihtiyaçtan başka bir şey olamazdı. Önemli olan, bir insanın yaşadığı hayat değil, bu hayat gösterdiği tepki[dir]… s.39

Hıristiyanlığın apolitik ve “iç dünyacı” yanı İncil’in önemli bir bölümünün Yunan felsefesinden etkilenen Paulus, kalanının da Paulus’tan etkilenen yazarlar tarafından kaleme alınmış olmasından kaynaklanıyordu. s.53

Şavkar Altınel’in kitabı tamamlama konusunda zorlandığını Yazarın Notu bölümünden öğreniyoruz. Ona destek verenleri son sayfada anıyor. Benim içinse kitap Ya O ya Ben bölümünün başlarındaki bozuk ifadelerden dolayı sonlanmış oluyor.   

 

Taylan Köken

1 Eylül 2025 Pazartesi

abdülhamit devrinde sansür...

 

CEVDET KUDRET

ABDÜLHAMİT DEVRİNDE SANSÜR / ARAŞTIRMA / MİLLİYET / 1977 / 128 sayfa

 

Cevdet Kudret, Türk Yazını üzerine değerli bir külliyat oluşturacak kadar eser üretmiş, çalışkan bir yazarımızdır. Bu kadar edebiyat üzerine düşünüp, yazınca elbet konu bir gün sansüre gelecekti. Üstat bu konuyu da ıskalamamış ve özellikle kitabın sonuna eklediği Basın Nizamnameleri bu çalışmasını hayli kıymetli hale getirmektedir.

 

Cevdet Kudret, sansür konusuna şu cümleyle giriş yapar: “Türkiye’de basın üzerinde baskı ve sansür denince akla hemen Abdülhamit devri gelir” s.5

Sultanı sevenler ise 33 yıllık istibdat döneminde hemen hemen her il merkezinde basın şubesinin kurulduğunu, kitap, gazete ve dergi yayınlarında azalma değil çok fazla artış olduğunu dile getirirler. Dönemin edebiyat üreten, yani siyasi, ekonomik bir yazı değil, roman ve öykü yazanlar bile bu dönemde yazdıklarının yarıdan fazlası sansürden geçmediği için artık yazmaz olmuştur. Sansür kurulları işsiz kalınca görevlerine son vermesinler diye bu sefer de saraya jurnal üretmekteydiler. Bugünün Abdülhamit severleri ise jurnalciliğini; devletin bekası için bir zorunluluk olarak naif bir hoşgörü ile yaklaşmaktadır…

Sultan, 1876-1909 yılları arasındaki 33 yıllık istibdat yönetimi ile tarihe geçmiştir. Oysa bu dönemden önce, Osmanlı Yönetimi sansür konusunda çok yol kat etmiştir. Abdülhamit almış olduğu sansür mirasının üzerine koyarak ilerlemiş, akla gelmeyecek yeni yöntemler ve baskılarla dozajı o kadar arttırmıştır ki tüm başarısızlığına rağmen tahtta kalmayı başarmış bir padişahtır.

 Abdülhamit tahta çıkışının dördüncü ayında yayınlanan “Kanun-i Esasi” maddelerini bahane göstererek meclisi fesih etmiş ve tüm yetkileri üzerine almıştır. Vekiller Heyeti’nin 2 Ocak 1877 günü çıkarmış olduğu kanunnamenin 6. maddesine göre:

“Askeri hükümet, gerekli görülen kişilerin gece ve gündüz evlerini aramağa; şüpheli ve sabıkalı güruhundan olup hükümetçe tutuklananları, sıkıyönetim altına alınan yerde konutları olmayan kişileri başka bir yere uzaklaştırmağa; … zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri hemen kapamağa ve her türlü cemiyetleri (toplantılar, kurullar, dernekler) yasaklamağa yetkilidir.” s.17

Baskı mekanizmasının ilk kurbanlarından biri, olacakları önceden sezen Teodor Kasap Efendi olmuştur. Gazetelerin birçoğunun övdüğü Kanun-i Esasi maddelerini eleştirmiş, İstikbal adındaki gazetesinde; “halka hak verilmez, hak alınır” düşüncesini yazdığı yazının ardından, Hayal adındaki ünlü mizah dergisindeki karikatürünün yayınlanmasından sonra üç yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. s.17-18

Dönemin baskısına, yalnız dergi ve gazeteler maruz kalmaz. Ülkemizde basılan kitapların tetkiki yanında yabancı basından gelen kitapların ülkeye girişi de sıkı tedbirlere bağlanmıştı: Abdülhamit Döneminin meşhur Matbaalar Nizamnamesi uzun süre(1888 yılına kadar) yürürlükte kalmış, kitapların denetleme işi ise “Meclis-i Maarif”ten alınıp, yine Maarif Nezareti’ne bağlı “Encümen-i Teftiş ve Muayene” kuruluna devredilerek daha sistemli bir hale getirilmiştir. Bu kurulun görevleri arasında:

“Türkiye’ye girecek yabancı basının içeriğinin sakıncalı olup olmadığının gümrük ve postahanelerdeki özel(!) memurlar tarafından kestirilemeyen kitap ve sâirenin incelenmesi” yer almaktadır. s.20

 

Abdülhamit döneminde sadece iç basın değil dış basın da sıkı sansür tedbirlerine tabiidir. Kendi hakkında yazılan övgülerin haricinde ülkenin problemlerini ortaya koyan hiçbir basılı eser piyasaya sürülemezken, yabancı basının ürettiği eserler elini kolunu sallayarak ülkemize giremezdi elbette. Basını kontrol eden müdür konumunda bulunan Hüseyin Cahit Yalçın’ın postane müdürlüklerine “gizlidir” kaydıyla göndermiş olduğu bir “emirname” genel konumuz hakkında bazı ibretlik maddeleri içermektedir.   

 

1. Postalar açıldığı zaman şüpheli görünen mektup ve paketlere el konulup hemen saraya gönderilecektir.

2. Beyoğlu ve Galata postahanelerine, mektuplarını almak üzere sık sık gelen kişilerin şekillerini saptamak yararlıdır.

4. Post-restant olarak gelen mektuplar ve başka eşya birinci derecede şüphe çekici göründüğünden, bunları alacak olanlar Türkiye uyruklu ise ve gerekirse kendilerine teslim edilmemeli.

6. Üzerlerinde özellikle durulmak üzere adları evvelce bildirilen yüksek memurlar adına gelen mektuplar ayrıcalıksız Mâbeyin’e gönderilmelidir.

7. Yabancı memleketlerden gelen yolcuların İstanbul ahalisinden ve zararlı fikir sahiplerinden bazı kişiler adına mektup, paket, kitap v.b. getirmelerine meydan verilmemek üzere iskelelerde sıkı tedbirler alınmalıdır. s.32.

 

Sadece yukarıdaki maddeler dönemin şartlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Cevdet Kudret, kitabın ilerleyen bölümlerinde yasaklanan kelimeler ve yasaklaya yasaklaya yazarların yazacak kelime bulamamaktan artık yazmaktan vazgeçtiklerini, dönemin üretemeyen yazarlarının anıları üzerinden aktarmaktır.  

 

 Taylan Köken

29 Ağustos 2025 Cuma

su, tüyün üzerinde bekler...

 

ENİS BATUR

SU, TÜYÜN ÜZERİNDE BEKLER / DENEME / SEL / 1999 / 163 sayfa

 

Enis Batur’un kişisel ansiklopedi yolculuğundaki dördüncü kitap olarak sıralanan bu çalışma, ilk bakışta Kırkpare ve Yazboz’dan daha farklı bir yöntem/yolculuk denemesi. Maddeden daha çok denemeye kayan bir form, belki de uzun madde denemesi…

 

Numara 14: İşlem Tamam’da Çöp-ev kavramı benim de başıma gelmiş bir gerçeklik: Yaşlı alt komşumuzun eve taşımış olduğu, kağıt, kumaş, ıvır zıvır ile ev dolduğunda, dayanılmaz bir koku üretmeye başladı. Biz üst katta olduğumuzdan en çok karşı kapı komşumuz rahatsız olmuş ve belediyeye şikâyet etmişti. Beş kamyon çöp çıkmıştı evden. Yaşlı kadını çocukları alıp götürmüştü en nihayetinde. Yaşlı komşumuz bir sınır belirlemiş miydi, yoksa toplamanın/biriktirmenin sonu(cu) kişiden kişiye, travmadan travmaya değişiyor muydu?

 

İki Post-Scriptum ise benzer konunun koleksiyoncu ve farklı şeyler biriktirenler üzerinden değerlendirilmesi.

-Daniel Sibony’nin kaleme aldığı “Koleksiyoncunun Psikanalizi” adlı denemesinde; bu uğraş alanında varolmak ile malik olmak arasındaki denklemi çözmeye çalışmıştır. s.26    

-Koleksiyoncunun koleksiyonuna gösterdiği aşırı dozda bağlılığın, bağımlılığın benzeriyle başka ilişki zeminlerinde de karşılaştığımız olur… s.27

Enis Batur, belki de beni en çok yaralayan bir konuya giriyor bu kısa denemesinde. Tanıdığım koleksiyoncular arasında gönülden paylaşımcı olan tek birini tanıyorum. Diğerlerinin hepsi paylaşıyorsa ucundan tek bir amacı vardır; bu bende var haberin olsun…

-İnsan, nesne ve ötesi – suskun, kalakalıyorum. s.28

Altıncı, altı parçadan oluşan bir anı-değerlendirme…

-Arkadaşlığımız koyulaştığında bile ona bu davranışının kökeninde yatan dürtüler hakkında soru sormaya kalkışmadım – dostluk, ne zaman ileri gidileceğini, hangi konularda sessiz kalınması gerektiğini öğreten koşullar içerir. s.43

-İmdi, çöl keşişlerine sığınacak yer kalmadı artık. Herkes kendi kayboluşuna kalabalığın ortasında yer alıyor. s.46

Annem Gelip Beni Alacak denemesinde E.B. iki yakını hakkında üç başlıktan oluşan bir deneme aktarıyor.

- Herbirimizin kendi kayboluşları, kendi kayboluş üslûbu vardı. s.55

-“Bir de unutamamak var. Unutulamayan şey çok zalim olabiliyor…” s.56

-Anımsamak, ayrı. Anımsamaya çalışmak, ürkünç.

-Gene de unutmak iyidir, diyorum. s.63

Korku-luk denemesi ise resimler, haberler ve diğer incelenen malzemeler denemenin iç-maddelerini oluşturan tuğlalar adeta…

-Ece Ayhan’ın “kuşlar çarpışmaz” saptamasına dönüyorum: İnsanlar çarpışırlar. Hele korku akıllarını almışsa. s.75

Fısıltılar Requiem’i denemesini Bilge Karasu’ya adamış. Ölüm üzerine birçok denemesi olan yazarın değişik dergilerde yayınlanan belki de konu özelindeki ilk derlemesi.

-Ölüm korkusu, ölümün kendisinden bile ağır olabilir. s.103

Su, Tüyün Üzerinde Bekler ise kitaba adını veren son deneme. Jiri Kolar’ın onüç soru-kolajı için karşılık denemesi denemenin içeriğini açıklayan bir alt başlık.

Hepsi bu kadar.

Taylan Köken

28 Ağustos 2025 Perşembe

meşakk-ı hayat...

AHMET RASİM

MEŞAKK-I HAYAT / UZUN ÖYKÜ / BORDO-SİYAH / 2004 / 75 sayfa


Ahmet Rasim (1864-1932) devrini en iyi yansıtan yazarlardan biridir. Edebiyatımızın ilk klasiklerini yazanlardan biri olarak anılmaktadır. Ahmet Rasim’in erken dönem eserlerinden biri olan bu yapıt günümüzde uzun öykü türünde değerlendirilmektedir.

Tanzimat döneminden sonra Letâifnâme olarak isimlendirilen “hoş sözler”in toplandığı kitap türleri bir tür toplama yayın olarak edebiyat türleri arasında yer almıştır. Yazarlar daha sonra aktarmak istediklerini, ele aldıkları konuların içine yayarak, kahramanlarının başından geçenleri değerlendirerek okura verme gereğini duymuşlardır.


Meşakk-ı Hayat yani Hayatın Güçlükleri kitabını günümüz Türkçesine çeviren ve kitabı yayına hazırlayan Zeki Çakılalan’dır. Editör Kemal Bek ile birlikte kitap hakkında düşüncelerini aktardıkları bölümü kitaba başlamadan önce muhakkak okumalısınız. Bu uzun öykü ilk olarak 1891 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiştir. 1892 yılında kitap olarak basılmıştır.

Ahmet Rasim bu kısa anlatısında konu; kocasını çirkin bulduğu için evi terk eden genç bir kadının uzun süre kalabileceği bir kapı bulamaması üzerinedir. Rasim yapıtını, dönemin söylemine, ahlak anlayışına uygun olarak, kadının toplumdaki yerini ve davranışlarını sorgulayan üslupla kaleme almıştır. Firdevs’in tercihleri, sığındığı kapılarda yaşadığı zorluklar, yanlış anlaşılmalar, kısa sürede “neden ben evimi ter ettim ki” sorusuna cevap aramaya dönüşür. Yazar, bu kısa yolculukta, -evini terk eden bu tür- kadınlara toplumun nasıl baktığını, kadınların nasıl pişman olduğunu bize aktarma gayretindedir.

Son bölümü sürprizli olan bu klasik yapıtı Ahmet Rasim ve klasik Türk Edebiyatı meraklılarına tavsiye ederim.

 

Taylan Köken

13 Mayıs 2025 Salı

davalı...

 


ENİS BATUR

DAVALI / DENEME / NORGUNK / 2014 / 15 sayfa


Enis Batur’un Norgunk Yayıncılıktan çıkarmış olduğu bu küçücük kitabın alt başlığı, Deleuze ve Sinema olarak künyede verilmiş.


Kafka tarafından bitirilemeyen ve dostu Max Brod’a yok edilmesi konusunda vasiyet edilen bu son roman günümüze ulaşmıştır. Bölümlerin tasnifini Max Brod yapmıştır… Dosta sadakat bir yana Brod’un Dava’sı aynı zamanda bir ihanet değil midir?

 

Enis Batur bu tek denemelik risalesinde, konuyu Orson Welles’in Dava uyarlamasına getirir hemen. Doğruluğu, yazar tarafından onaylan(a)mamış –tartışılan- hatta öyle kabul edilen bir eserden, başka bir eser üretmek değil midir sinema uyarlamaları?

 

Resnais: Çekiyorum çünkü nasıl olacağını görmek istiyorum… s.7

 

Orson Wells’in uyarlama hakkındaki düşünceleri şu şekildedir:

“Büyük bir yazarın büyük bir yapıtını ekrana taşıma tasası taşımadığının altını çizer. Burada, asıl “auteur” kendisidir: Dava’yı en önemli filmi, çünkü en öznel çıkışı saymıştır.” S.9

 

Taylan Köken

7 Mayıs 2025 Çarşamba

yolcu...

 


ENİS BATUR

YOLCU / DENEME / İYİ ŞEYLER YAYINCILIK / 1996 / 165 sayfa

Yolcu, Enis Batur’un Otobiyografik Deneme olarak adlandırdığı, daha sonra seri halinde devam ettiği İçbükeyler’den bir yapıtıdır.

Laissez-Passer; İlk “Yolcu”dan; Otuz Kuş Birden Olmak; Yeryüzü Duruşu; Kerteriz, Goethe ile Bir Komşuluk-Arayış-Denemesi; Sis ile Yağmur Arası: Avrupa(lı); Pus; Tozan adında sekiz denemeden oluşuyor. Favori denemem; Tozan…

Yol, yolcu, yolculuk, seyyar olmak, seyahat etmek, Doğu-Batı gezileri, yerli olmak, yerleşik olmak, gezgin-gezmen olmak, seyahat yazmak, yazmak için seyahat etmek; yazarın bu kitaptaki temel konu başlıkları.

* Bugün sizi güldüren yarın sizi öldürebilir de. Proudhon s.30

* Dünya bir kitaba varmak için buradadır. Mallarmé s.38

* Yakabilirsem kendi ateşimi yakarım. s.39

* Nerede olduğunuzu, kim olduğunuzu bilmiyorum aslında. Nerede olduğumu, kim olduğumu aramayı sürdürdükçe göndereceğim. s.45

* Pascal ya da Descartes’dan etkilenebilecekken, Schopenhauer ya da Nietzsche’den etkilenmiş olmamın bana ait gerekçeleri değilse bile temelleri olduğunu düşünegeldim. s.49

* Donne, hiç kimsenin hücresinden idam sehpasına giden yolda uyamayacağını söylerdi ama, hepimiz ana rahminden mezarlığa giden yolda uyuruz. s.54

* “İlerleme” diye bir şey de yoktur edebiyatta, sanatta: Yol onun için bazen önümüzdeyse, bazen, hatta sık sık da arkamızdadır: Zaman’ın içinde iki yöne de gidebilen tek canlı türüyüz biz. s.66

* Gelenek, kişinin özgürleşme sürecine ket çekmek için şaklatılacak bir kültür kırbacı değildir. s.67

* Keşifi, başkalarınca bilinen bir yerin bulunması olarak tanımlamak yeterli olsa, Türklerin ömrü yüzyıllarca keşifle geçmiş sayılmalıydı. Murat Belge s.71

* Döndüm ki, döndüğüm yerde değildim. s.72

* Greko-Latin uygarlığının ötesinde, insanlık kültürünün üçbin yıllık evriminin bütününe hâkim bir bakış geliştirmesi gerekmektedir. Lichtenberger s.83

* “Yer”ine, “yurd”una, “vatan”ına sıkısıkıya bağlı her yerli, yurttaş, vatandaş haklarının sınırını, dolayısıyla yabancılarını tanımlamıştır. Aslına bakılırsa, yabancı, kendisine tahammül çerçevesinde bakılandır. s.107

* Tanrı Asya’da doğar Avrupa’da ölür. Avrupa Tanrı’nın mezarıdır. Alberto Savinio s.110

* Müslüman bir ailenin ateist çocuğuyum ben; Arnavut, Türk, Boşnak, Arap karışımı bir kan dolaşıyor damarlarımda; hiçbir yerin yerlisi değilim, olamadım; birkaç dil konuşabiliyor, birkaç başka dil için yakıcı arzular duyarak yaşıyorum; atalarım Attar ve Dante, Nefi ve Mallermé, Hlebnikov ve Poe, Bâşô ve Firnas –yaralı karamsar da olsam, her şeye karşın, kendimi uzun bir yolun sonunda Avrupalılığa aday buluyorum. s.116

* Doğu kafamızın bir ürünüdür. Thierry Hentsch s.117

* Ne zaman bana kim olduğum sorulsa büyük bir sessizlik çöküyor içime. Kim olduğumu arıyorum zaten, baştan beri. s.121

* Sizler şairsiniz, ben ölümden yanayım. s.138

* Bilgi adamı. s.150

Taylan Köken -2025

10 Şubat 2024 Cumartesi

kumrunun saklısından...

 

ESME ARAS

KUMRUNUN SAKLISINDAN/ÖYKÜ/MEDAKİTAP/2017/88 sayfa. 

Tespit: Ayvalık doğumlu yazarlar, kentlerini en iyi tasvir eden yazarlardır... Geçici/misafir ikameti olan yazarların yazıları ise nispeten cılız kalıyor; bence... Tat olarak eksik, duygu olarak arızalı, kurgu olarak -genellikle- tamam olamamış bir edebiyatı görüyoruz… Ben kim/mi oluyorum da böyle kanıya varıyorum: Uzun süredir Ayvalık ile ilgili her şeyi biriktiren, okuyan, tartışan, sonuçta bu kente ciddi mesai harcayan biri olarak bu yorumu yapıyorum…

Tahmin: Esme Aras da son dönemde okuduğum/yoğunlaştığım Ayvalık doğumlu yazarlar arasında kentin tasvirini yapan en iyi yazanlardan biri olduğunu bu eseriyle birlikte kulağıma fısıldayıverdi… Yanlış bilmiyorsam Ankara’da yaşayan Ayvalıklı yazarımız, kente geldikçe, sokaklarına dalıp yaşama karışınca; doğduğu topraklara daha farklı baktığını hissediyoruz yazdıklarından… Ayvalık gibi bir kente özlem duyulur, hasret-i bitmez, birçok kıyı kasabası gibi… Sanırım denizi olmayan -evet bir yerleşim için büyük eksik- bir İç Anadolu -kocaman- köyünde elbette Ege kıyılarına, Akdeniz’e özlem duyar insan ve bu özlemini de nispeten yakın konumdaki Karadeniz kıyılarında dindirmeye çalışır… Beklentilerini karşılayıp karşılamadıklarını sormak lazım bu özlemi duyanlara… Mesela Yahya Kemal Beyatlı için denizin mavisi Marmara mavisidir ve Ankara’nın en güzel yönünün İstanbul’a dönüşü olduğunu söylemiştir; dişlerinin arasından sinirle fısıldayarak… Esme Aras ise tüm özlemini adeta boca etmiş öykülerine, öykü kahramanlarına…

Terakki: Denemenin birinde okumuştum: Bir yapıtı okurken -sayfa sayısı ne olursa olsun- içinde size soru sorduran bir cümle, bir öneri, bir keşif, küçük bir heyecan yoksa o çalışamaya harcadığınız zamana üzülebilirsiniz… Bu yüzden olsa gerek, bir çalışma bana yeni sorular sordurmuyor, başka şeyler düşündürmüyorsa şakşakı hakketmiyordur… Esme Aras’ın öykü kitabı, küçük bir derleme olmasına rağmen sürüsüne bereket yeni soruyu not almamı sağladı, çok şükür… Tespit’te belirtmiştim tüm alakam Ayvalık üzerine olunca, merakım da sorularım da bu kent üzerine oluveriyor…

Esinti öyküsünde: Sülükçü, elindeki şıngır şıngır şişelerle tam zamanında girer sahneye. s.22. Şimdi göremiyoruz artık ancak, alternatif tıp deyince akla ilk gelen şey hacamattır sonra aynı -pis- kanı sülükle-re emdirerek sağaltımdır… Ayvalık’ta sülük ararsam bugün bulabilir miyim? Başka bir soru: Eskiden pazarda sülük satılır mıydı? Sülüklü Çeşme’de sülük var mı hala?..

Aynı öyküde: Narin duruşum, karaya vuruşum aldatmasın. Girit leblebisidir ruhum. Dikkat etmezsen dişini kırar adamın… s.23. Girit leblebisinin sertliği üzerine Prof. Dr. Elif Yılmaz’ın, Demirden Leblebi: Girit – Ayvalık’a Yerleşen Girit Mübadilleri makalesi konusuna en iyi göndermeyi yapan başlık olarak benim gönlümde ilk sırayı alıyor… Esme Aras’ın tanımı da hayli ilginç -hayli güzel tasniflemesine giriyor sanırım… Acaba Turgut da bir şiirinde Girit leblebisinin sertliğini dişlemiş midir? Muhakkak dokunmuştur bu konuya; sormak lazım…

Üzüm Salkımı öyküsü, Mehmetler’e ithaflı: Önce masaya vuruyorsun rakı kadehini, sonra birazını toprağa döküyor, ilk yudumu öyle alıyorsun. Anılarında, karanfilli damat çöreği sıcaklığınca gülümsüyorum sana. s.25 Ayvalık’ta rakı çoğunlukla deniz kenarında içiliyor ama hiç denize ilk yudumunu gönderen birini görmedim. Bu ritüel eskiden mi uygulanıyordu Ayvalık’ta? Karanfilli çörek tarifi var internet uzayında ama damat çöreği tanımı yok… Ayvalık enteresan ev uygulamalarıyla koca bir derya; eskiden damat-lar-a hazırlanıyor muydu bu çörekten acaba?

Küçük Orospu’da: Neymiş, kadını dövmezsen, saçının köküne şeytan yuva yapar-mış! s.40. Hiç duymadığım bu belirlemenin muhakkak ilkel proto-düşünce’si olmalı… Esme Hanımın meydana getirdiği bir tümceyse eğer, onun yazarlığı önünde saygıyla eğilmekten başka ne yapabiliriz gerçekten…

Çamdeli öyküsünde Ayvalık’taki çocukluğuna yolculuğa çıkan Esme Hanım araştırılması gereken Ayvalıkça’ya yeni sorular ekliyor: Babaannem her sabah “Poyraz bugün kalacak” diyor. [….] Meğer havanın kalması, rüzgârın azalması demekmiş. s.57 Ayvalık Görsel Arşivi’nde bu tür tabirler ara sıra karşımıza pattadanak çıkıverir; şaşayazardık… Beni bu konuya da dosya açtıran tabir Cihat Teker’den gelmişti: Deniz bugün tahta gibi… Şaşkınlığımı anlamış ve çarşaf/tahta arasında kalmış deniz -yüzeyi- hareketini izah etmişti, çarçabuk… Ayvalık’ta mesela usta kapı yapmaz; kapıcık yapar… Yazar, Kurbağaları Ürkütmek öyküsünde de tahta kapıları kapatmıyor; filliyor s.82Bu tabir de Anadolu’da rastladığımız bir tabir ama bir muhacir ve mübadil kenti olan Ayvalık’ta da kullanılmış mıydı?

Ne çok cevaplanması gereken soru var… Biliyorum; çünkü hep öyle oluyor; bu yeni sorulara cevap ararken muhakkak onlarcası daha ardıma düşecek, uykularımı huzursuz edecek…

 Bu kadar mı? Değil elbet; kitaptan bazı bölümler de bana kalsın… Başka yazarlardan yapılan alıntılar, yazarın kendi eksenini terk ederek; terki göze alarak oluşturduğu harika tespit cümleler de mevcut çalışmada… Merak kitap aldırır; merak iyidir bu anlamda…       

Tekâmül: Esme Aras -bence- bu kitabıyla rütbesini; yazar’lıktan yazariçe’liğe yükseltmiş… 

Tin: Ayvalık’ta bizim balkonumuza da konan kumrularımız var; güvercinlere tercih ettiğimiz… Sık sık değişseler de ne bizdeki isimleri ne de bir dişi ve bir erkekten fazlası olmuyor bizim balkonda… Patates-Soğan adındaki kumrularımız her yıl çiftleşiyor, çoğalıyor, sonra mevsimi geliyor ve bir bakıyoruz ki sadece bir çift kalmış yine bizim balkona konan… Farklı huyları olmasa, onları hep Patates ve Soğan diye bileceğiz. Bizim balkonun kumruları tıpkı hayatın ta kendisi; doğadaki sürekli devamlılığın ve rutin bir tekrarın ruhu adeta…      

Taylan Köken-2024


6 Şubat 2024 Salı

tarih - yazıcılık üzerine...

 

İLBER ORTAYLI    

TARİH - YAZICILIK ÜZERİNE/ARAŞTIRMA/CEDİT/2009/232 sayfa

Prof. Dr. İlber Ortaylı tarih ve özellikle Osmanlı Tarihi üzerine birçok kitap yazdığı gibi tarih nasıl yazılır sorusuna cevap olarak yazmış olduğu çalışmalar da mevcuttur. Metodoloji üzerine Giriş/Kaynak niteliğinde bir kitap.

İlber hoca, Tarih nedir? Sorusuyla başlıyor kitabına ve devamla; Yunan ve Roma geleneğinde tarih yazıcılığı, Helenistik devirde tarihçilik, tarih ve sosyoloji, Türkiye’de klasik çağın algılanması, Osmanlı tarih yazıcılığının evrilmesi üzerine, Tarih üzerine mülâkat, İstanbul’un fethi ve üçüncü Roma nazariyesi, menkıbe, Türk tarihçiliğinde biyografi inşası ve biyografik malzeme sorunsalı, Cumhuriyet devri tarih yazıcılığının umumi görünümü, Genç okuyuculara -Tarih üzerine-, Türkoloji ve var olmayan bir dal: Oksidentalistik, Cevdet Paşa ve Avrupa tarihi, Osmanlı Kançılaryasında Reform: Tanzimat Devri Osmanlı Diplomatikasının bazı yönleri, Balkanlar ve Batıdan Osmanlı tarihiyle ilgili arşivler ile Rusya tarihi ve arşivleri bölümleriyle devam ediyor…

Gelelim tarih denilince en çok tartışılan konuya; Resmi Tarih’e İlber Ortaylı şu şekilde yaklaşmaktadır:

"Resmi tarih" denen yorum ve tabular dar bir bürokratik kadronun yorum ve terimi değildir. Aksine sokaktaki insanın, yönetilenin tavır ve görüşünün de yansımasıdır. Bir tür mütearife haline gelen, hatta, akide haline getirilen görüşler varsa (ki bunlar yakın tarihe değil eski dönemlere de ait olabilir; ama her zaman ve her yerde yakın tarihte daha çoktur.) bürokrasinin ceberrut yönetiminden çok, vatandaşın bağnazlığına, inatçılığına veya kutsallık anlayışına da bağlıdır. Bu nedenle yakın tarihçi kendisi de bu atmosferin dışına çıkamaz; şayet mutedil bir üslupla tezini savunmazsa gayri ilmi ve hatta ahlak ve şecaat düşkünü bir kalem olarak damgalanır; çok kimse tarafından beğenilen bir yazarın çok da muarızı olabilir,

ama vesikanın gerçeğine bağlı kalana da o nisbette çok itibar edilir. İyi yakın tarihçi eksiksiz tasvir yapandır; bu tasviri şerhle yorumlamaktan çok, seçtiği olayları yan yana getirerek mizansenini (sahneye koyuculuğunu) gürültüsüzce tamamlayan yazar da tutunur. s.143-144.

 Taylan Köken