14 Ekim 2025 Salı

bu kalem melûn...

 

ENİS BATUR

BU KALEM MELÛN / DENEME / YKY / 1997 / 118 sayfa

 

Enis Batur’un deneme çalışmaları içinde denemeyip de –şimdilik- taslak olarak kalan kitapları hakkındaki notlar, tasarılar, ön-çalışmalar, nadasa bırakılanlar olmak üzere çoğu bekleyen belki de çoğu başkaları tarafından yazılacak olan başlıklar…

 

66 yazılmamış kitap, 66 seçilmiş bir sayı mı, başka bir muamma…

 

Kitaptan devam edelim:

 

Herkesin hayatında köklü bir tutkunun yeri var mıdır bilmiyorum; herkesin yaşamına tutkusu mu yön verir, bunu da – bütün bildiğim, yaklaşık yirmibeş yıldır hayatıma yazma tutkusunun biçim verdiği.

Yazı’nın başı ucu vardır, yoktur.

Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun (riverrun!) başı ucu vardır, olur.  Sf.9

 

*

Bir kitap, bazen başka bir kitabın ölüsü üzerine inşa edilir. Sf.19   

*

Sahne, ses ve ışık düzeniyle sınırlı olacaktı burada: Mutlak karanlıkla oynaşmalar.

 

Yıllar önce bu notu almışım(2012);

Kenan’a not:

Tam da bir savaş sahnesi için düşünülebilecek çok az ışık… tıpkı cephede gibi… karanlığın içinde; konuşmalar, -çoğu zaman- sessizlik, belki yanan sigaraların közlerinin ışığı, o da tenhada, siperin iyice içinde -vurulmamak için… [Bu oyunu 1-1,5 ay çalıştık, kabasını çıkardık, sonra bıraktık ve hiç oynayamadık.]

Başka bir not:

İnsan insanı vurmak için, hayvan da kullanıyor. Abd’li asker güvercini zehirli gaz için, yunus balığını torpilleri bulmak için kullanıyor, mesela… hey gidi insanlık… sf.20

*

Sayfa 28 ve 29’daki “City Lights” ve “Kitap Töreni” başlıkları…

*

Mum, yalnızca plastik bir öğe olarak çekici görünmüyordu bana: Simgesel yanı, varoluşun erime sürecini temsil eden duruşuyla da etkileyici bir işaret sayıyordum onu. “Almanak”a Zaman’ı sorgulama eşiğine neden sonra eklenecekti. Sf.30

 

Mum; tersi de aynı…

*

Katlanma ve Açılma: Mendil metaforu

Nasıl: Bir ana soru/n. Sf.39

*

Notalar artık beyninde uğulduyordu ve hiçbir şey duymuyordu: Mutlak sessizlikten başka.

İnsan, en son yapıtın düşünü görmek, öngörmek isteyebiliyor. Sf.43

*

Deneme: Hezarfen olmak

Bir içekapanışın içyüzü

Bekâret ve Mülkiyet üzerine bir deneme

İkinci düş: Göldeki Ada

Mekân sanrısı için Duygu: Çöl sf.54-56

*

Sayfa 58’deki Moskova 1900-1930 Çatı Taslağı komple başka şehirlere de uygulanabilir. Ayvalık belki, ama zengin birey sıkıntısı olmaz da yazar sıkıntısı had safhadadır. Doğru düzgün bir Ayvalık Tarihi yazılamamasının yegâne sebebinin; kentin tüm maddi birikimine rağmen, sanat üzerine, edebiyat üzerine bir yazar/sanatçı çıkmaması, çıkmamayı bırak kentte bulundur(a)maması/barındır(a)maması denilebilir mi?

*

70’lerin başında okumuş, çok şaşırmıştım: Muzaffer Buyrukçu, taşınırken, koskoca bir romanın elyazmalarını yitirmişti. Sonra, kısa bir metnim, Brezilya’da yazdığım bir gezi metni ‘sırra kadem bastı’, 75’de – olabileceğini, olduğunu gördüm. Sf.60

E.B.’u bilmem, Muzaffer Buyrukçu bile isteye kaybetmiş olabilir mi?

*

Ressam ve yazar, söyleşe gelmişlerdir. Degas değil midir, “ama azizim, şiir duygularla değil sözcüklerle yazılır” uyarısını Mallarmé’den işiten? Sf.72

*

Eninde sonunda hepimiz haritada bir noktada yaşamıyor muyuz? Sf.74

*

Tünel’in içinden Bankalar Caddesi’ne açılan geçmeleri bulup aynı anda iki banka birden soyacaklar. Sf.83

*

Türk şiirinde, şiirde.

Bu gölge, onun gövdesi. Sf.86    

*

Takvimler (Ayvalık üzerine) Kitabı sf.106

 

Taylan Köken

12 Ekim 2025 Pazar

çok bilen çok yanılır...

 

RECAİZADE MAHMUD EKREM  

ÇOK BİLEN ÇOK YANILIR/OYUN/BORDO&SİYAH/2004/116 sayfa 

Recaizâde Mahmud Ekrem’in 1916 yılında yayınlanan eseri, günümüz Türkçesiyle[Kemal Bek] düzeltilerek yayınlanmıştır. Oyunun içeriği ve tiplerin canlandırılması açısından, yazarın en başarılı eseri olarak değerlendirilmektedir. Yalın bir dile sahip olan eserde, konuşmalar ustalıkla düzenlenmiştir. Oyunun öyküsü dıştan betimlenmiş, kişilerin içsel analizlerine girilmemiştir.

Konunun geçtiği yer Maraş’tır. Sinirli ve kinci olan Maraş Kadısı Azmi Efendi, vali paşanın, kıskandığı düşmanı Maraş kaymakamı Edip Efendi’nin kızını oğluna alacağını duyar; bir oyun ederek bu izdivacı bozmak ister ve olaylar gelişir… 

Taylan Köken

10 Ekim 2025 Cuma

ışık...

 

ENİS BATUR

IŞIK / DENEME / NOKTÜRN / 2013 / 156 sayfa

 

Enis Batur’un deneme türündeki bu kitabında, şair ve şiir üzerine yazıyor bu kez. Her zaman olduğu başka şairlerin şiiri nasıl yazdığını, kendi kişisel şiir yolculuğu, şiirini nasıl yazdığı üzerine bir denemeler bütünü. Her kitabında olduğu gibi ucu açık, ucu bucağı uzanıyor bilinmeze…

 

Kitaptan devam edelim:

 

Bir yapıdır da şiir. Tasarlanmış, kurulmuş, yapılmıştır- gelse bile. (Geldiği olur çünkü, bilinir: Çağrılmamıştır, kayıplardan iner, iniverir.)  Sf.9

*

Şiirin söylendiğini, yazıldığını biliyorum. Atilla İlhan sözgelimi, mısra mısra önce zihninde çalıştığını, ezberlediğini söylüyor şiirini. Sonra oturup yazıyor kafasında oluşan şiiri, sonra da üzerinde çalışıyor. Yahya Kemal’den de bildiğimiz bir çalışma biçimi, üslûbu. Dağlarca, her sabah beyaz kâğıtların önüne oturuyor, hemen her gün çalışıyor; tıpkı Victor Hugo gibi. Sf.27

*

Ondan iyi şair azdır da, iyi okur da azdır. sf.48

*

Senin; şiirin

Kaç santim?

*

Arkamda Atıfet ve İlhan Usmanbaş oturuyordu. Sf.71

*

İnsan bir kitap yazarken, kendi başına ve başkalarının başına böyle bir iş açacağı aklına gelmiyor doğrusu. Kitap yazmak, eninde sonunda bir yalnızlık eylemi. Sf.75

*

Ben sert bildirileri severim. sf.81

*

Mimarla yazar, mimarla şair arasında kurulan bağlantı beni çok meşgul eden bir bağlantı. Bir ev inşa etmekle bir bina inşa etmek arasında inanın hiçbir fark yok. Her ikisi de iyi kurulmazlarsa çökerler… sf.85

*

Genişçe bir zaman dilimine yayılıyorsa bir yapıt, onu kuran kişinin ağır ağır kanını kurutuyor, gövdesindeki her organın neredeyse özsuyundan az ya da çok çekiyor. Sf.92

*

Şiir, gerçekten de matematikten farklı bir uğraş değil: Sorunu koyuyor, çözümü arıyorsunuz. Sf.108

*

Yahya Kemal tabii, yolumuz açan odur. 1945-1965 arası yazdıklarıyla Dağlarca, sonra. Ardından, benim için, Necatigil, Ece Ayhan ve Oktay Rifat gelir. Bu beş şair, şiirimizin parametrelerini değiştirmişlerdir. Sf.111

*

Baştan beri aynı şeyi söylüyorum, tenha şiir kavmi için yazmak durumundayız. Sf.115

*

Rimbaud’nun annesine tavsiyesini bin kere andım: Soldan sağa ve yukarıdan aşağı okumak…. Bir metni (şiir, öykü, deneme, roman) hakkını vererek okumak. Sf.121

*

Her şairin bir adası vardır, olmalıdır, ana toprağa oradan bakmak daha doğru bir çözüm gibi geliyor bana. sf.125

*

“Kitap bir ayna gibidir, önüne bir maymun oturursa elbette bir havarinin görüntüsünü yansıtamaz…” Lichtenberg. Sf.131

*

“Bizler, uygarlıklar, ölümlü olduğumuzu biliyoruz.” Valéry sf.136

*

Şiir bilgisi apayrı şey. Şair sayılabilecek her şiir yazarı –bütün şiir yazanları şair saymak kimsenin aklından geçemez sanırım-. Sf.137

*

Hiçbir şiir herkesin olmamıştır, olamaz. Sf.149


Taylan Köken

5 Ekim 2025 Pazar

rakım sıfır...

 

ENİS BATUR

RAKIM SIFIR / DENEME / KIRMIZIKEDİ / 2012 / 192 sayfa

 

Enis Batur’un deneme türündeki bu kitabında daha önce yayınlanmış olan denemelerin tekrar uç vermesi-filizlenmesi üzerine birbirine içene geçen yeni konular yumağı, başka bakış açılarını yansıtan metinler. Yeni yeniden okuma yolları öneren, eski denemelere yeni bakışlar öneren bir krema çalışma.

Kitabın son bölümünde aslında çalışmanın bir tür örgü tekniği gibi iç içe geçmiş, birbirinden bağımsız olduğu kadar birbirine bir o kadar organik bağla bağlı, bağımlı metinler…

 

Kitaptan devam edelim:

 

Yazmanın yola düşmekle bir tutulası yanı bu... Sf.9

*

Tanrı’yı öldürmek bir şey mi, biz çoktan kendimizi öldürdüğümüzü bilmezden geliyoruz. Sf.24   

*

Gazete, leş gibi kokan Dünya gibi leş kokuyor. sf.25

*

Cunda günlerinde, Başka Yollar’ın ve Mürekkep Zaman’ın kimi sayfaları biribirilerine geçmiş, nicedir arkamdaydılar. Sf.40

*

Rumeli’den İç Anadolu’ya, Kandiye’den İstanbul’a uzanan ani ve sert hareketlerin pek az iziyle karşılaştığım için dinlenmeyi yeğliyorum. Zorunlu gidişlerin metruk bıraktığı her evin görüntüsü, ilk kaynağı kaybolmuş bir yankı dolaştırıyor içinde. Sf.41

*

Soru sormayanları kesinkes sevemedim ben. Sf.50

*

“Fotoğraf, lahdi boş kalmış bir kralın odasıdır.” Gérard Macé sf.51

*

Neden yabancı yazar yoktur, diye düşünürüm, bir tek henüz okumadığımız yazarların yabancısıyızdır… s.-f.56

*

Babam 1920 yılında İstanbul’da, yarım yüzyıl önce Girit’ten Bebek’e ve Üsküdar’a iki ayrı kol haline yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Sf.59

*

Yapay yollarla anakaraya bağlanmış adaların, temel özelliklerini yitirmiş olduğunu düşünürüm. Sf.65

*

Sınırları insanları hiçe sayarak çizdiklerini biliyoruz. Sf.77

*

Böyle gelen metinleri her zaman çok sevdim: yalnızca bir giriş kapısı durur karşınızda, aralıktır ve o aralık sizi dayanılmaz bir istek uyandırarak davranmaya çağırır. Kaybolmak, kaybolma olasılığı beni ürkütmez, kaybolmamanın olanaksız olduğunu öğrenmişimdir. Sf.85

*

Akılda tutma yeteneği geliştirilebiliyor sonuçta. Sf.91

*

“Haberlere boğulduğumuz, özlü olanı göremez hale geldiğimiz…” Tarkovski sf.99

*

Suların, denizlerin, okyanusların sıkıştırılmış bir tarihi yazılacaksa, kitabın her sayfası, karnıyarık düzende, ortadan ikiye ayrılmalı: Üstte, rakım sıfır, suyun yüzeyinde dolaşmalı tarihçi, altta, gibi sürmeli. Sf.101

*

“Yaşarken tek sığınak mı bellek?” Vüs’at O. Bener sf.105

*

Ne yazık ki diktatörler ya da zengin hırsızlar için sözümona uygar devletlerin bu hakkı göz göre göre kötüye kullanmayı sürdüklerine tanık oluyoruz. Sf.114

*

Maupassant, akıl sağlığını yitirmeye başladığı dönemde, yakınlarına “beni kendimden ayırın” dermiş. Sf.125

*

Yaşımız ilerlerken görür, anlarız: Geçmişimiz artık geleceğimizden fazladır. Sf.127

*

Biliyordum, en içeride bir noktada kıpırdıyordu şiir. Sf.135

*

Gün gelecek, bunun bir başına, özerk bir corpus yarattığı açıklık kazanacaktır. Sf.150

*

Büyük Kitap, sıra(lama) istiyor. Sırayı kurarken, şüphesiz onun değişmesine açık durma payı ayrılıyor. Sıra bozuluyor bazen. Sf.157

*

Evren bir kitaba varmak için. Sf.161

*

Gövde-göle, ayna ve yansı, ses ve yankı köprüleri kuruluyordu, sussam susacaktı. Sf.174

*

İnsan Doğa’yı, Doğa İnsan’ı, İnsan İnsan’ı kemirecek… sf.207

*

Paris’te berduş=clochard=sokakta yaşayan, yerine öneri:“Sabit ikametgâhtan yoksun”. sf.214

*

Adolf Wölfli, toplumun delirtmek için elinden geleni esirgemediği ben... Sf.237

*

“Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz.” Sf.245

*

Kavramak, öğrenmek, bilmek başka, yaşananları anlamak bambaşka. Sf.246

*

Ayırdığım imgeleri, görüntüleri, belgeleri gördüm ben. Sf.262


Taylan Köken

1 Ekim 2025 Çarşamba

şehren'is...

 

ENİS BATUR

ŞEHREN’İS / DENEME / LİTARATÜR / 2002 / 152 sayfa

 

Enis Batur’un gezip dolaşmış olduğu kentler/yöreler hakkında almış olduğu notlar, yarı-deneme tadında farklı bakış açıları. Batur’un bu Avrupa kentlerine bakışı her zaman olduğu gibi kendine özgü, yazılarını kendi çekmiş olduğu fotoğraflarla desteklemektedir. Kitabın yazılarla paralel hareket eden kolajı, görsel yanı bence yazarın kontrolünde yapılmakla birlikte, Yetkin Başarır’ın Konsept ve Tasarımda işi ele alışı, özgün bir çalışmayla karşımıza dikiliyor.

 

Kitaptan devam edelim:

 

Tıpkı Kavala gibi, şehir başlarken, kötü selamlıyor Selanik de, Türkiye’den geleni: Kuzeyinden güneyine kan damlayan bir Kıbrıs haritası bekliyor girişte. İnsanın, kalmaya görmeye gittiği bir şehirde, ülkede anadilini konuşmaktan korku duyması, pasaportundaki kimliğin başına dert açabileceği endişesini taşıması orada hareket özgürlüğünü, davranış rahatlığını kısıtlıyor her şeyden önce. Sf.9

 

Bu durumu, sınırı, sınırları çizen –çoğunlukla- muhafazakâr kafa yapısını kabul etmiyorum. Sırf bu yüzden Midilli’ye geçmiyorum. Pasaportum Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’i damgası taşıyor diye vize aldığım(!?), para ödediğim yolculuğumun sonunu, liman dairesinde kontrol esnasında beni ülkesine kabul etmeyen zihniyeti reddediyorum. Ben de protesto edip gitmiyorum… Bana hiçbir ülkenin hiçbir kurumu, kendi düşüncesini zorla kabul ettiremez… 

*

Yunancada meteora, yeryüzüyle gökyüzü arasında salınan anlamına geliyor-muş… Sf.11   

*

Her kentin suyu olmalı bana kalırsa, akar ya da durgun suya kıyısı olmayan bir köy, kasaba, şehir farkına varmasa da kurur, zamanla kuruyayazar. Suyun çizdiği, yonttuğu, görkemli biçimler yarattığı Venedik’i, İstanbul’u, Rio’yu susuz kentlerle kıyaslayınca daha iyi anlaşılıyor bu. sf.37

*

İçi doldurulmuş, cansız canlılar. Sf.53

*

Lozan’a, gece çökerken giriyoruz…. Görkemli bir belle époque oteli: Beaurivage (göl kıyısı boyunca sayısız Beaurivage otelinin önünden geçtik bu arada); yanıbaşında Hotel Angleterre, iki yüzyıl önce Lord Byron oturmuş, bir kitap yazmış orada; sonra, göle en fazla sokulmuş yapı, hayalet kulesiyle Ouchy[Uşi] Şatosu. Lozan anlaşması bu şatoda yapılan görüşmelerin sonucunda imzalanmış. Sf.68-69


Taylan Köken

29 Eylül 2025 Pazartesi

üç hikaye...

 

MEHMET RAUF

ÜÇ HİKÂYE / ÖYKÜ / BORDO-SİYAH / 2004 / 130 sayfa

 

Eylül romanıyla bilinen, Türk Edebiyatının öncü yazarlarından olan Mehmet Rauf’un uzun-öykü türende kaleme aldığı üç öyküsünün toplandığı kitap. Mehmet Rauf’un öykü sonlarındaki tarihlere göre ilk öykü 1913, diğer iki öykü 1915 yılında yazılmış. Üç öykünün kitap olarak yayın tarihi ise 1919 yılıdır.

 

Yazar üç öyküsünde, dönemin insanlarının, dolayısıyla toplumun, yaşama ve evlilik kurumuna bakışını eleştirdiği bir yaklaşımı görmekteyiz. İyimser Gerçekçilik ile yazılan bu üç öykünün, Osmanlı’nın son dönem aile yapısına ışık tutan, eleştirel dozu ayarında yapan bir yaklaşım içindedir.

 

Girdâb öyküsü toplum önünde yenilen, iç-meselesiyle kavgalı bir bireyin, o günün eleştirisini yapmasını ele alan bir yapıttır. Maddi imkânlarına rağmen kirasını alamadığı için zor durumda kalan bir genç ev sahibinin, başkaları gibi olup, el etek öpmeye, devleti soyanlardan olmaya, tefeci olmaya karar vermesinin hikâyesidir.   

 

Bir Hüsran Hikâyesi’nde ise 43 yaşına gelen ve artık evlenmesi gerektiğine zorla, kendi kendini ikna eden bir beyin kısmeti 18 yaşında bir tazenin aday olarak belirmesiyle birlikte karmaşık bir hal alır. Tek problem yaş farkı mıdır? Toplumun bu tür evliliklere yaklaşımı, ileriye doğru oluşabilecek zorluklar yazar tarafından irdelenir.

 

Hediyeler öyküsü diğer iki öyküye göre biraz daha uzun yazılmış bir öyküdür. Maddi imkânlarını zorlayarak Boğaz’da bir ev kiralayan orta gelirli bir ailenin evli olan küçük kızı, bir de yeni dul kalmış yaşı geçkin büyük bir kızı vardır. Evin reisi bir şekilde yan konakta oturan bir beyle tanışmıştır. Birbirine ikramlar yapmalar, gelip gitmeler sonucunda dul kız ile zengin komşu arasında bir ilişki doğar.  

Taylan Köken

19 Eylül 2025 Cuma

kazım taşkent ve yapı kredi bankası...

 

SADİ ABAÇ

KAZIM TAŞKENT VE YAPI KREDİ BANKASI / YAŞANTI / YKY/ 2003 / 160 sayfa

 

Yapı Kredi Bankası’nın banisi olan Kazım Taşkent’in hayatı, yaptığı işler, yöneticiliği ve bankacılığı üzerine mütevazı bir çalışma. Kitapta dikkati çeken ilk durum, naif bir dille yazılmış olması.

 

Kitap, temel olarak iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde Kazım Taşkent’in YKB’sını nasıl kurduğu ve ilk 25 yılın bir değerlendirmesi yer alıyor. İkinci bölümde ise bir yönetici olarak hangi felsefeyi uyguluyor, YKB’sını yönetirken hangi değerlere önem verip, diğer yönetici ve çalışanlarından beklentisi konu konu aktarılıyor.

 

Son bölümde Kazım Taşkent’in kendi kaleminden kısa yaşam öyküsü ve birkaç fotoğrafla kitap sonlanıyor.

 

Kitaptan bazı bölümler:

 

1933 yılında, Atatürk ve Celal Bayar Eskişehir’de açılacak olan şeker fabrikasının bulunduğu alanı dolaşmaktadır. Atatürk, Celal Bayar’a; temel ne zaman atılacak diye sorunca, Celal Bey yetkili kişiye soralım diyerek Kazım Taşkent’i yanlarına çağırtırlar. Atatürk aynı soruyu bu kez Kazım Beye sorar; inşaat ne zaman başlayacak? Kazım Bey tereddüt etmeden Nisan başı diye cevap verir ve; kışın toprak donduğu için bu dönemde atılan temellerde problem olduğunu da ilave eder. Atatürk, ne zaman açacaksın diye Kazım Beye sorduğunda, yine hiç tereddütsüz olarak; 20 Ekim, saat 9’da fabrika işletmeye açılacaktır Paşam, cevabını vermiştir. Atatürk pek inanmaz ancak Kazım Taşkent verdiği gün ve saatte Eskişehir Şeker Fabrikası’nı çalıştırmaya başlayacaktır.

 

Aslında bu anekdot kitabın özetidir adeta. Hayatı boyunca disiplin içinde, gece gündüz demeden, memleketine faydalı olabilmek, istihdam yaratabilmek için, sabırla, inançla çalışmıştır Kazım Taşkent. Bu anekdotla başlayan kitabın tamamında aynı çalışkanlığı, sabrı ve en önemlisi disiplini göreceksiniz.

 

Kazım Taşkent, Şeker Fabrikaları A.Ş. üst yöneticisi[umum müdürü] iken, şirket mensuplarının Emekli Sandığı’ndan ayrılırken birikimlerini değerlendirebilmeleri için 1942 Şubatında Doğan Sigorta Şirketi’ni kurar. Bu sigorta şirketi, adından da açıkça belli olduğu üzere Yapı yapmak ve Kredi vermek amacıyla 1944 Temmuz ayında Yapı Kredi Bankası olarak bildiğimiz bankanın kurulmasına ön ayak olur.

 

Kazım Taşkent ise 28 yıllık bankacılığından sonra 78 yaşında emekli olmaya karar verir ve;

 

Değerli arkadaşlarım, Sevgili arkadaşlarım diye başlayan son tamimiyle birlikte, 16 Haziran 1972 tarihinde görevinden ayrılmıştır. Bu tamim, 28 yıllık banka kuruculuğunun, hayat prensiplerinin bir özetidir. Bu bölümü 58. ve 61. sayfalar arasında bulabilirsiniz.  

 

Modern anlamda, batılı bankacılık tekniklerini kullanan yapı kısa sürede disipliniyle sermayesini, dolayısıyla ekonomik gücünü attırmış, ülkemizin sayılı bankalarından biri olmuştur. YKB yalnız bankacılık yapmaz, kültür hayatında da başarılı işlere imza atar. Bankanın sahip olduğu koleksiyonlar, Beyoğlu şubesindeki müze, Yapı Kredi Yayınları’nın ülkemizin en büyük yayınevlerinden biri olması gibi bu konuda da öncülük görevlerini başarıyla yerine getiren bir kurum olmuştur. Sonuç olarak her yönüyle derli toplu kaleme alınmış, Kazım Taşkent’i ve işlerini çok iyi tanıtan bir çalışma.

 

Taylan Köken

15 Eylül 2025 Pazartesi

imgeleri kim dinler?


ENİS BATUR

İMGELERİ KİM DİNLER? / DENEME / YKY / 2004 / 272 sayfa

 

Enis Batur’un bu deneme kitabı, Fatih Albümü ve Mehmed Siyah Kalem ile başlıyor. Sonra peş peşe yerel ve uluslararası ressamlar ve onların bize sanatlarıyla iletmiş olduğu simgelerin, imgelerin peşine düşüyor yazar…

 

Enis Batur yine soruyor, sorguluyor.

 

Kitaptan devam edelim:

 

Son-uç… Sf.37

*

Kim dinler resimleri? Sf.97   

*

Bir sanat yapıtıyla derinlemesine ilişki geliştirebilmenin vazgeçilmez önkoşullarından biri olarak sunuluş biçimini görmem, bana doğal geliyor. Paris’teki Piéce Unique(Tek parça) galerisine hayranım: Sokaktan geçerken, 20 metrekarelik bir alanda birbaşına duran yapıt sizi karşısına mıhlıyor… sf.104

*

Osmanlı uygarlığı, kuldan bireye geçiş sürecinin tamamlanmasına tanık olmadan tarih sahnelerinden silindi. Sf.170

*

Nasıl olsa, birine değilse ötekine, benziyorduk. Sf.197

*

Yazılar silinmiş, silinecek olmuş: Elindeki çekici çivisi, tabletin üstünde dolaşan yazıcının kemikleri toz olmuş. Elden ele dolaşmaz, korunmaz, yeniden üretilmezse her kültürü siler, silecektir zaman. Sf.201

   

Taylan Köken

11 Eylül 2025 Perşembe

bir imparatorluk çökerken...

 

CAHİT UÇUK

BİR İMPARATORLUK ÇÖKERKEN / ANI / YKY / 1999 / 504 sayfa

 

Cahit Uçuk’un çok satanlar listesine de giren, ailesinin hikâyesini anlattığı bu kitabın, YKY’de ilk baskısı 1995 yılında basılmış, benim elimdeki nüsha ise 1999 yılına ait 7. baskı.

Cahit Uçuk, 1909 Selanik doğumlu olup, babası ve anne tarafından dedeleri paşa rütbelerine sahip ailelerdir. Osmanlı’nın bu son çeyreğindeki sıkıntılı dönem, Cahit Hanımın çocukluğuna denk gelmektedir ve devletimiz sürekli kaybederken, aile de kaybetmiştir.

Kitap aynı zamanda ailenin kişisel muhacerat tarihidir…

Selanik’te de yine o tuhaf rüzgârlar esmekte. Gerek benim, gerekse kardeşlerimin çiftliklerine Bulgar ve Rum çeteciler baskınlar düzenliyor. s.36

Selanik’te baskı artmaya başladığı yıllarda Cihat Hanım henüz dünyada değildir.

İsyan doluydu. O Selanik’te doğmuştu. Oradaki Hıristiyanlara Hıristiyan oldukları için değil onlar serbest yaşayabildikleri için hep imrenirdi. Beyaz Kule’de deniz kıyısındaki kahvelerde, gazinolarda kadınlar erkeklerle oturup yer içerlerdi. Hatta buz gibi soğuk biralarını da karşılıklı erkeklerle tokuşturarak içerlerdi. s.43

Cahit Hanım, annesinin bu serzenişini Selanik’te yaşayan Müslümanlar ile Gayrimüslimleri kıyaslamak aşısından vermektedir. Yazar, yaşamına etki eden kentleri çok iyi analiz edip, dönemin şartlarına da dikkat ederek ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak kitap boyunca açık bir dille aktarmaktadır.

Yazar, Hadiye ile Vehbi bölümünde zengin evlerinde evlilik hazırlıklarının nasıl yapıldığını, adetleri tüm ritüelleriyle aktarmaktadır. Bu bölümün ve kitabın ilerleyen birçok bölümünde rastladığımız başka bir özellik ise farklı sınıfsal zümreler hakkında bilgiler de vermesidir…

İttihat ve Terakki Fırkası adı altında yeni bir fırka kurmaktayız. Eski ideal arkadaşlarımızın birçoğu burada. Günler geçtikçe öyle bir parti olacak, öyle bir güçlenecek ki, başımızdaki kimseye dur diyebilecek, onu hizaya getirecek, kuvvetlenecek… s.94   

Evde sadece kadın ve çocuklardan oluşan, korumasız bir aileydiler artık… Müslüman mezarlığının yerle bir olduğunu görmüşlerdi….. Taşları devrilmiş, ortada kalmış bir sürü ecdat mezarı, ilk önce Bulgar sonra Yunan tekmeleri, baltaları ile sökülüp yok olmuştu…. İçinde yaşadığı şehir bilmediği, yadırgadığı, gerçek olduğuna bir türlü inanmadığı başka Selanik’ti sanki. s.173

Aile Selanik’ten İstanbul’a göç eder. Sonrasında: Konakların çoğunun iç hizmetlerini gören aşçılar, yamaklar, uşaklar, ağalar savılmış, cariyeler azad edilmiş ya da çırak çıkarılarak evlendirilmiştir. s.186 

Aile İstanbul’da birkaç ev değiştirdikten sonra, Cahit okul çağına gelmiş ve yabancı bir mürebbiyenin işlettiği özel bir okula başlamış, ancak ülkenin durumu nedeniyle babası maaşını dahi alamaz olmuş, Selanik’ten getirmiş oldukları maddi imkânlar kısa sürede tükenince okuldan ayrılmaya karar verir. Tam da bu zorluklar yüzünden okulun bırakılmasına karar verildiğinde Fransız mürebbiye de ülkesine kaçınca beyi daha fazla devam edememiş okulu kapatmak zorunda kalmıştı. İşte bu dönemde aile dostları Vehbi beyin amcasının oğlu olan Balıkesir Taridat Müdürü Cemil Bey aileyi rahat geçinebilmeleri için Balıkesir’e davet eder. Ailenin artık yeni günleri Balıkesir’dedir. Aile burada çiftlik yaşamına geri döner, eker, biçer, en azından ürettikleriyle karnını doyurabilmektedir artık. İstanbul işgal altındadır, aile babasının topraklarına yakın bir yerde görevlendirilir ve Hekimhan’a yerleşir. Kurtuluş Savaşı’nı burada geçiren aile Cumhuriyet sonrası Antalya’ya geçer ve yazar anılarına bu son durakta nihayete erdirir.

Cahit Uçuk’un anlamlı anılarının çok naif ve akıcı bir dille kaleme alındığını, dönemin ağır koşullarını başarılı bir şekilde yansıttığını ve çok rahat okunduğunu dikkatinize sunmak isterim.

Ps: Aile Selanik ve elbet Balıkesir’de de Ayvalık zeytinyağı tüketmektedir… Kitapta, Ayvalık’ın adı zeytinyağıyla iki kez yer almaktadır.

Taylan Köken

9 Eylül 2025 Salı

gövde'm...

 

ENİS BATUR

GÖVDE’M / DENEME / SEL / 2007 / 268 sayfa


Enis Batur özel ansiklopedisinin yedinci kitabı; Gövde’si üzerine. Gövde üzerine, gövdelerimiz üzerine, beden üzerine, el, ayak, kol, bacak, yüz, göz, kulak ne varsa vücudumuzda bir bütün oluşturduğunda beden olacak şekilde… Vücut, beden yazar tarafından ameliyata yatırılıyor. Kendi gibi ameliyata giren nice yerel-dünya yazın insanıyla birlikte, elele kolkola paramparça ediyor bedeni; hiç acımadan…

 

Kitaptan devam edelim:


Benzemek, benzememe payını gerektiren bir durumdur. 
Sf:12

*

Ahlak, bana doğamı yadsımamı öğretir. Sf:16

*

Giyim kültürü ve moda, gövdemi kullanmıştır hep: Onu kurar, esirger, açığa vurur, hatta açıklarlar. sf:17

*

Soyunmak, belli bir noktada arınmışlığı simgeliyor elbette. Sf:19

*

Ey ölü, sen benim asla sahip olamadığım ve olamayacağım şeye sahipsin: İşte bu bedene. Sf.21

*

Genç gövdenin yaşlanma hızının ne ölçüde yüksek olduğunu bilmeden, fark etmeden yol alır insan. Belki de bundan, pek çok yaşlıda ölüm düşüncesi de ağırlaşır.  sf:29

*

Deliksiz ve uzun. Bunun, vicdanımın rahatlandığını kaynaklandığını söylerim. Eşim tam tersi kanıda: Vicdansız olduğum için böyle uyuduğumu söylüyor. Sf:44

*

Çin’de anayasal bir haktır çalışanın siesta yapması… sf.45

*

Şeytan tırnağı üzerine: Tek koşulu vardır bu anlamsız uç verişin: Nasıl gelmişse, öyle, nedensiz, çekip gidecektir. sf:69

*

Büyük yağmurlar geniş çölleri tutar. Kimse yokken, sessiz ve derin sağanak geçer koyaklarımızdan. Hiç ağlamayan insanlar vardır: Onların içini sarkıtlar dikitler kaplar. Sf.74

*

“Yazmak, tıpkı kaşınmak gibi” diyor atam. 

“Hem keyif, hem acı verir.” Sf:82

*

Yazma sancısı ayrı bir şeydir, yazamama sancısı apayrı şey. sf:87

*

Şiiri kurusun… sf.95

*

Anımsıyorum nasıl unutulur, konser boyunca Bilge [Karasu], başını öne eğer, gözlerini yumar, dinlerdi. Bu da bir yol. Sf.103

*

Peygamberin ayağı, kulun izlemesi gereken tek yönü işaret eder. Nereye yürüyeceğinizi bilin. Sf:138

*

Termossos’taki görkemli taş ayak bir inanç simgesiymiş. Sf.139

*

“Ayak ölüme giden bir organ…” Primo Levi sf.141

*

Ölümün sessizliği oysa bambaşka… sf.170

*

Elverişsiz koşullarda, hemen hep bekâr yaşayan Ece Ayhan iki ay evimde kaldı, biraz şaşırmıştım çok temiz olduğunu görünce, çamaşırı bile eliyle yıkardı. Sf.176

*

Bilebildiğimiz kadarıyla, yeryüzünde, kendi türünün, başka türlerin üzerinde işkence uygulama eğilimi taşıyan tek canlı insan. Sf.205

*

Bütün yasaklar baş’tan doğar, vücuda yayılır. Sf.249

 

Taylan Köken