RIFAT ILGAZ
SARI YAZMA /
ROMAN / ÇINAR / 2005 / 399 sayfa
Sarı Yazma, Rıfat Ilgaz’ın kendi yaşam öyküsünü anlattığı romanıdır.
Cide doğumlu yazar hayatının ilk yıllarını burada geçirmiş, sonra okul durumu
için Cide’den ayrılır ve eğitimi çalışma hayatı, mücadeleleri derken yıllar
sonra bu kıyı kasabasına tekrar dönüş yapar.
Bu dönüşü yaşamı için yeni bir
başlangıç olarak görecektir. Doğmuş olduğu bu topraklarda kendi yaşamını
tekrar gözden geçirecektir. Bu detaylı bakış açısı kitabı gerçekten değerli kılacaktır.
Toplumcu bir ustanın yaşamış olduğu dönemde, Türkiye’nin durumunu çok iyi
yansıtan bir başyapıt. Edebi olarak ise sade, doğal bir anlatım, Rıfat Ilgaz’ın
ulaşmış olduğu ustalığın uç noktalarını yansıtmaktadır.
Ivır zıvır işten emekli olmak için, kendisini yalnız yazıya vermek için
memleketi Cide’ye dönmüştür. Doğduğu topraklarda ölmek için gelmiştir. Fakat bu
topraklarda ölemez. Romanın dışına çıkalım; Baskı
onu Cide’de de rahat bırakmaz ve tekrar İstanbul’a, oğlunun yanına döner ve
burada vefat eder. Mezarı Asım Bezirci’nin yanında Zincirlikuyu
Mezarlığındadır. Cide’de vefat edemeyen usta, Sarı Yazma ve Yıldız Karayel’i
Cide’de yazar.
Sarı Yazma Karadeniz’in az ile yetinmesini bilen, çilekeş, çalışkan
kadınının simgesidir. Bu kitap bir bakıma onların çabalarına hürmetle
yazılmıştır.
Kitaptan notlar:
İlk önemli, anlamlı bırakışımdı bu
benim. Gerisi gelecekti kuşkusuz. Hep bırakacak, durmadan bırakacaktım geride,
bana yakın ne varsa. Canlı cansız, yararlı yararsız, kendi gelmiş, emekle
kazanılmış, ne varsa isteyerek, istemeyerek, boyuna bırakacaktım. Sf:13
*
Bir gelin olma günü onları sarı
yazmalarının, yollu yollu, allı morlu önlüklerinin, kırmızı paçalıklı
şalvarlarının içinde göremezsem, çok şeyler kopar gider içimden. Sf:14
*
Yanıma hep feleğin kahrına uğramış
arkadaşları seçiyordum. Okuldan solcudur diye atılmış, üniversiteden
tutuklandığı için kovulmuş, öğretmenlikten iktidarı tutmadığı için
uzaklaştırılmış ne kadar aydın kişi varsa benim düzeltmen kadromda
çalışabilirdi. Sf:20
*
Zordu, hem öğretmenken sanatçı
olmak. Ahmet Kutsi bu işin üstesinden geliyordu. Öğretmen olduğu kadar şair,
hükümetin istediği kadar politikacı, politikacı olduğu kadar da memleket
ölçüsünde ülkücüydü. Tam iktidarın aradığı aydındı Hocamız. Sf:33
*
Kitaplarımdan film için senaryo
çıkarma hakkını alanlar daha da yormuşlardı beni. Hababam Sınıfı gibi
yüzbinlerce baskı yapmış toplumca bilinen, sevilen bir güldürü romanının
filmini çevirirken kendiliklerinden yeni tipler, yeni olaylar ekleyecek kadar
sanatı hafife almaları görülmüş şey değildi. Eserin içeriğine tamamen aykırı
düşen bu davranışın, çekilen filme bir şeyler kattığını ileri sürebilmeleri
bence sanata da sanatçıya da büyük saygısızlıktı. Verdikleri parayla yalnız
kitabımdan senaryo çıkarmak hakkını değil, beni de, bütün kişiliğimle satın
aldıklarını sanıyorlardı. Sf:55
*
Terme sıtmalık bir memleketti. (Halen
öyle! TK) sf:86
*
Romanımı beğenmişti ama, İstanbul
Boğazı’ndan tramvayı geçirdiğim için küçümsemişti beni. (Rıfat Ilgaz’ın
ortaokulda yazmış olduğu roman. O zaman gülünen ve imkansız olarak görülen şey
birkaç yıla kadar gerçek olacak!) sf:101
*
Ağabeyim çıkacaktı vapurdan, ondan
aldığımız telgrafa göre… Gene de belli olmazdı, yolculuktu bu. Biz Karadenizli
olarak vapur yolculuğunun çeşitli cilvelerini görüp öğrenmiştik. Ağabeyim de
çıkmazsa kötüye yormamalıydım. Yetişememiş, bilet bulamamış olabilirdi.
Koyunlar yer bulurdu bu Karadeniz vapurlarında ama, insanlar
bulamayabilirlerdi. Sf:109
*
Terme bolluk memleketiydi.
İnsandan gayri her şey yetişirdi. Böyle derlerdi Termeliler. Sağlam insana
rastlamak zordu. Yaşlıların benzi soluktu sıtmadan, çocukların karınları şiş
şişti. Biz böylelerine “Gödenli” derdik. Kurbağa yutmuş, “Kurbağalı” anlamına
gelirdi. Sf:115
*
“Devletin sattığı, sattırdığı
şeyin yasağı olmaz” dedi. Sf:118
*
Cumhuriyet de yasaktı benim
gençliğimde. Şimdi cumhuriyetçi olmamak yasak! Grev de bir gün gelir
yasaklıktan çıkar. Hem hakkını istemek neden suç olsun! Hükümet hakkını
istemeyen, hakkını istemesini bilmeyen kişilerin hükümeti olmakla ne kazanır?
Böyle miskinlerin başına geçen hükümete hükümet mi derim ben! Eğer hükümetse,
hakkını aramasını bilenleri idare etsin de göreyim onu! Ona hükümet derim işte
o zaman ben! Miskinleri idare etmek de iş mi sanki! Sf:119
*
“Adalet haaa!.. Adalet buysa daha
bir yıl geçmeden neden bağışladılar suçunuzu? Bir işin içinde af varsa
suçlamada haksızlık da var demektir. Af güçlülerin özür dilemesi anlamına gelir
biz da.” Sf:120
*
“Bugün doğa yasalarının bile,
toplum yasalarıyla bir benzerlik gösterdiği ileri sürülerken toplumu eğitim
yoluyla değiştirmek başkadır, sanat yoluyla değiştirip geliştirmek başkadır,
diye düşünmek ne denli geçerli olabilir?” sf:140
*
Kuşkum yoktu iyi bir öğretmen
olarak yetiştirildiğimden. Peki ama kim yetiştirmişti beni? Taaa Cide’lerden
beri gelen birikim, yaşam deneyleri, hastalıklar, yoksunluklar, savaşımlar,
çileler miydi beni yetiştiren? Sf:178
*
“Köpeksizin nasipsizi Kurban
Bayramı’nda sılaya gider!” sf:235
*
Ortada bir düzen var… Bir de bu
düzeni ayakta tutan bütün kuralları inceden inceye bildiğine inanan yetkililer.
Sf:253
*
Bir cezaevine giren siyasi suçlu
için altı ay, gün değildi o dönemlerde. Üç ay bir yanına yatar, üç ay da öbür
yanına, tavuk gibi yer bitirirdin cezayı! Biz de öyle yapmıştık. Parmaklarımızı
yalaya yalaya çıkmıştık Tophane’den. Öyle bir dönemdi ki, cezaevine yemek
getiren bir kişi, bir ay kalıyordu içerde, derdini anlatana kadar. Sf:254
*
Portakal ne işe yarar diye
sormuşlardı bir ankette, Altındağ çocuklarına, Hastaneye götürülür demişlerdi,
çoğunlukla… sf:261
*
“Adnan dedim, meydanlarda
söylediklerine bakıyorum, hep bizim iki üç yıl söylediklerimiz… Güldü. İşte
dedi, bizim sizden farkımız bu! Sizin acele edip söylediklerinizi biz tam
zamanında söylüyoruz!” sf:281
*
Biz İkinci Dünya Savaşı’na
girmemiştik ama en azdan girenler kadar kurban vermiştik. Onlar savaşı kazanıp
kurtulmuşlardı yoksulluktan, biz hala sapır sapır dökülmekteydik. Sf:293
Taylan
Köken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder