4 Şubat 2013 Pazartesi

sarı yazma...


RIFAT ILGAZ
SARI YAZMA / ROMAN / ÇINAR / 2005 / 399 sayfa

Sarı Yazma, Rıfat Ilgaz’ın kendi yaşam öyküsünü anlattığı romanıdır. Cide doğumlu yazar hayatının ilk yıllarını burada geçirmiş, sonra okul durumu için Cide’den ayrılır ve eğitimi çalışma hayatı, mücadeleleri derken yıllar sonra bu kıyı kasabasına tekrar dönüş yapar.
Bu dönüşü yaşamı için yeni bir başlangıç olarak görecektir. Doğmuş olduğu bu topraklarda kendi yaşamını tekrar gözden geçirecektir. Bu detaylı bakış açısı kitabı gerçekten değerli kılacaktır. Toplumcu bir ustanın yaşamış olduğu dönemde, Türkiye’nin durumunu çok iyi yansıtan bir başyapıt. Edebi olarak ise sade, doğal bir anlatım, Rıfat Ilgaz’ın ulaşmış olduğu ustalığın uç noktalarını yansıtmaktadır.
Ivır zıvır işten emekli olmak için, kendisini yalnız yazıya vermek için memleketi Cide’ye dönmüştür. Doğduğu topraklarda ölmek için gelmiştir. Fakat bu topraklarda ölemez. Romanın dışına çıkalım; Baskı onu Cide’de de rahat bırakmaz ve tekrar İstanbul’a, oğlunun yanına döner ve burada vefat eder. Mezarı Asım Bezirci’nin yanında Zincirlikuyu Mezarlığındadır. Cide’de vefat edemeyen usta, Sarı Yazma ve Yıldız Karayel’i Cide’de yazar.
Sarı Yazma Karadeniz’in az ile yetinmesini bilen, çilekeş, çalışkan kadınının simgesidir. Bu kitap bir bakıma onların çabalarına hürmetle yazılmıştır.

Kitaptan notlar:

İlk önemli, anlamlı bırakışımdı bu benim. Gerisi gelecekti kuşkusuz. Hep bırakacak, durmadan bırakacaktım geride, bana yakın ne varsa. Canlı cansız, yararlı yararsız, kendi gelmiş, emekle kazanılmış, ne varsa isteyerek, istemeyerek, boyuna bırakacaktım. Sf:13
*
Bir gelin olma günü onları sarı yazmalarının, yollu yollu, allı morlu önlüklerinin, kırmızı paçalıklı şalvarlarının içinde göremezsem, çok şeyler kopar gider içimden. Sf:14
*
Yanıma hep feleğin kahrına uğramış arkadaşları seçiyordum. Okuldan solcudur diye atılmış, üniversiteden tutuklandığı için kovulmuş, öğretmenlikten iktidarı tutmadığı için uzaklaştırılmış ne kadar aydın kişi varsa benim düzeltmen kadromda çalışabilirdi. Sf:20
*
Zordu, hem öğretmenken sanatçı olmak. Ahmet Kutsi bu işin üstesinden geliyordu. Öğretmen olduğu kadar şair, hükümetin istediği kadar politikacı, politikacı olduğu kadar da memleket ölçüsünde ülkücüydü. Tam iktidarın aradığı aydındı Hocamız. Sf:33
*
Kitaplarımdan film için senaryo çıkarma hakkını alanlar daha da yormuşlardı beni. Hababam Sınıfı gibi yüzbinlerce baskı yapmış toplumca bilinen, sevilen bir güldürü romanının filmini çevirirken kendiliklerinden yeni tipler, yeni olaylar ekleyecek kadar sanatı hafife almaları görülmüş şey değildi. Eserin içeriğine tamamen aykırı düşen bu davranışın, çekilen filme bir şeyler kattığını ileri sürebilmeleri bence sanata da sanatçıya da büyük saygısızlıktı. Verdikleri parayla yalnız kitabımdan senaryo çıkarmak hakkını değil, beni de, bütün kişiliğimle satın aldıklarını sanıyorlardı. Sf:55
*
Terme sıtmalık bir memleketti. (Halen öyle! TK) sf:86
*
Romanımı beğenmişti ama, İstanbul Boğazı’ndan tramvayı geçirdiğim için küçümsemişti beni. (Rıfat Ilgaz’ın ortaokulda yazmış olduğu roman. O zaman gülünen ve imkansız olarak görülen şey birkaç yıla kadar gerçek olacak!) sf:101
*
Ağabeyim çıkacaktı vapurdan, ondan aldığımız telgrafa göre… Gene de belli olmazdı, yolculuktu bu. Biz Karadenizli olarak vapur yolculuğunun çeşitli cilvelerini görüp öğrenmiştik. Ağabeyim de çıkmazsa kötüye yormamalıydım. Yetişememiş, bilet bulamamış olabilirdi. Koyunlar yer bulurdu bu Karadeniz vapurlarında ama, insanlar bulamayabilirlerdi. Sf:109
*
Terme bolluk memleketiydi. İnsandan gayri her şey yetişirdi. Böyle derlerdi Termeliler. Sağlam insana rastlamak zordu. Yaşlıların benzi soluktu sıtmadan, çocukların karınları şiş şişti. Biz böylelerine “Gödenli” derdik. Kurbağa yutmuş, “Kurbağalı” anlamına gelirdi. Sf:115
*
“Devletin sattığı, sattırdığı şeyin yasağı olmaz” dedi. Sf:118
*
Cumhuriyet de yasaktı benim gençliğimde. Şimdi cumhuriyetçi olmamak yasak! Grev de bir gün gelir yasaklıktan çıkar. Hem hakkını istemek neden suç olsun! Hükümet hakkını istemeyen, hakkını istemesini bilmeyen kişilerin hükümeti olmakla ne kazanır? Böyle miskinlerin başına geçen hükümete hükümet mi derim ben! Eğer hükümetse, hakkını aramasını bilenleri idare etsin de göreyim onu! Ona hükümet derim işte o zaman ben! Miskinleri idare etmek de iş mi sanki! Sf:119
*
“Adalet haaa!.. Adalet buysa daha bir yıl geçmeden neden bağışladılar suçunuzu? Bir işin içinde af varsa suçlamada haksızlık da var demektir. Af güçlülerin özür dilemesi anlamına gelir biz da.” Sf:120
*
“Bugün doğa yasalarının bile, toplum yasalarıyla bir benzerlik gösterdiği ileri sürülerken toplumu eğitim yoluyla değiştirmek başkadır, sanat yoluyla değiştirip geliştirmek başkadır, diye düşünmek ne denli geçerli olabilir?” sf:140
*
Kuşkum yoktu iyi bir öğretmen olarak yetiştirildiğimden. Peki ama kim yetiştirmişti beni? Taaa Cide’lerden beri gelen birikim, yaşam deneyleri, hastalıklar, yoksunluklar, savaşımlar, çileler miydi beni yetiştiren? Sf:178
*
“Köpeksizin nasipsizi Kurban Bayramı’nda sılaya gider!” sf:235
*
Ortada bir düzen var… Bir de bu düzeni ayakta tutan bütün kuralları inceden inceye bildiğine inanan yetkililer. Sf:253
*
Bir cezaevine giren siyasi suçlu için altı ay, gün değildi o dönemlerde. Üç ay bir yanına yatar, üç ay da öbür yanına, tavuk gibi yer bitirirdin cezayı! Biz de öyle yapmıştık. Parmaklarımızı yalaya yalaya çıkmıştık Tophane’den. Öyle bir dönemdi ki, cezaevine yemek getiren bir kişi, bir ay kalıyordu içerde, derdini anlatana kadar. Sf:254
*
Portakal ne işe yarar diye sormuşlardı bir ankette, Altındağ çocuklarına, Hastaneye götürülür demişlerdi, çoğunlukla… sf:261
*
“Adnan dedim, meydanlarda söylediklerine bakıyorum, hep bizim iki üç yıl söylediklerimiz… Güldü. İşte dedi, bizim sizden farkımız bu! Sizin acele edip söylediklerinizi biz tam zamanında söylüyoruz!” sf:281
*
Biz İkinci Dünya Savaşı’na girmemiştik ama en azdan girenler kadar kurban vermiştik. Onlar savaşı kazanıp kurtulmuşlardı yoksulluktan, biz hala sapır sapır dökülmekteydik. Sf:293

Taylan Köken 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder